Hadi bakalım…
Evet! Onlarca geçen zamandan, küskünlükten, kırgınlıktan sonra yeniden… İlk adımını atan çocuklar gibi heyecanla, duraksamalarla, acabalarla… Yeniden.
İlk “Biranne.com” adını aldıktan sonra ki epeyce zaman önceydi, bir hevesle yazmaya başlamış ve yazdıkça arkası gelmiş, kendime göre okuyanım olmuş, yorum yapanım olmuş, severek sürdürmüştüm ilk blog hayatımı. Ne zaman ki yazılarım silinip gitti, en yakınlarım bile yitirdiklerimize dair yazdıklarımı zoraki okudu ya da okumadı, …, gibi motivasyon düşürücü olaylar yaşadım, bitti.
Ardından kendimi hevese getirerek burada yazmaya çabaladım… İçten içe süregiden kırgınlıklar, nedenlerle örülü düşüncelerimde tekdüzeliğe götürdü ve akıveren yazışlarım tutuklanmış sözcüklerle sınırlandı.
Taşınma, hastalık serüvenlerim de günlerimi dalgalandırdı… Toparlanmak zordu, zorladı ve sona eremedi gitti. Kursa gittim yine de “İngilizce” ve “Davul Derisi Takı Yapımı”, ardından “Takı Teknikleri” diye devam eden. Sorumlu yapım gereği hepsinin üstesinden başarıyla geldim, sertifikalarımı aldım. Hepsi öteki başarı belgelerim, diplomalarım ve sertifikalarım yanında, kutuda yerini aldı. Aldı. O kadar! Üretiyorum, okuyorum, yazıyorum. O kadar! Yaşamımın her döneminde olduğu gibi… O kadar!
Yaşamımın özeti… O kadar! Benden bu kadar.
Hadi bakalım… Yeniden! Günlük tutar gibi yazacağım bundan böyle. Zaten hep aklıma eseni, günümü, yaşadıklarımı yazmadım mı ben?
Verdiğim arada, “günü bitirmek” gibi yaşadım. “Ne olacak ki bir şey yapsam?” modu… “Rölanti”… “Gittiği yere kadar”… Yine öyle ama duyumsananlar bir tık daha farklı sanki. Çünkü daha sürüyorsa yaşamın; kendine yardımcı olacak, tutup elinden kaldıracak yine sensin. “Tırnağın varsa başını kaşı” tek gerçek atasözüm.
Geçenlerde dolaplarımın birinde çocukluğumun “Hatıra Defteri”mi arandım… Şimdinin “nostalji” yılları 1969′da eniştemin yazdığı bir yazıyı yeniden okumak için… Öyle “gerek”ti… Genç kızlığıma ulaşma, yaşım büyüsün diye uğraşma çabalarındaydım o günlerde. Enişteme ayırdığım sayfada cici sözler yerine bir öğüt bulmuş, biraz bozulmuş, oturup düşünmüştüm “Bu ne?” diye…
“Eğer mutlu olmak istiyorsan, insanlardan çok şey bekleme.”. Zaman! Öyle bir öğretiyor ki sana; değil insanlardan çok şey beklememeyi, hiçbir şey beklememen gerektiğini yaşatıyor. Karamsarlık değil yaşanmışlık. Bir de “seni anlamalarını beklemek” saçmalığını bir kenara bırakıyorsun… Nasıl isterlerse öyle görüyorlar çünkü.
Kendin ol, doğru bildiğini yaptığına inanıyorsan ve için rahatsa, yürü git yolunda. Sen sensin ve seven yanında dursun. Hayat çok kısa, değmez uğraşmaya. Kimse seni sevmek zorunda değil ve sen de kimseyi… Dürüstlük ilken olsun yeter.
Hadi bakalım… Yeniden!
Sevgiyle kalın.