“Evde Kal” Günleri
Bıraktım takvime bakmayı
Günleri saymayı
Yazlığa giderdik yıllar önce; çocuklarım küçük, arabasızım, ulaşım yok denecek denli zor, bir başımayım… Üç aylık bir gidiş. Takvim götürürdüm, gün üstlerine çarpı atmak için. Başlardım 90 – 89 – 88 – … Çocuklar hastalansa, ateşlense ben ne yaparım? Telefon o zamanlar cebinizde değil, yok çünkü ve evinize sırayla veriliyor, kuyruk. 🙂 Ben öyle girişken biri değilim, hep kendime yetmek üzere programlanmış beynim şu an neyse, aynı. Çareler hep aklımda dönüp dolaşır, çözümler sıralanır. Üç ayın sonunda şehre dönüş ise başka durumlar… Dibimde biri korna çalsa, zıplatır… Kalbalıklar üstüme gelir, kaçırtır. Şu an ilgisiz gibi ama değineceğim. Çok sıkıldığım bir gün Kadıköy’e gidip kafa dağıtayım dedim. Metrodan indim, karşıya geçiyorum ve bir baktım gireceğim sokaktan üzerime gelen yoğunluk… Geri dönüp metroyla eve dönmüştüm. Aynı düşünceyle bir gün de Boğa’nın yanında durup Bahariye’den gelen kalabalığı görünce, eve kendimi dar atmış olduğum gibi. Şehirde olmayı seviyorum, kalabalık olmasını sevmiyorum… Ne yaman çelişki!
Çok semtlerde oturdum, şehir merkezli… Çok evlerde oturdum, yoğun daireli… Geldim sonunda kaplumbağa olma istediğime. Evim sırtımda olamayacağına göre, yanımda taşımalıyım. İstediğim yerde konaklamalıyım. TLC’de o tür evleri, bildiğiniz ağzımın suları akarak izlemekteyim. “Evde Kal”dan buralara akmak, benim aklımın uçuşlarında gizlidir… Hep onlarca adım önde koşan aklımın.
Dediler ki bize “riskli gurupsunuz evde oturun”… Oturduk, oturuyoruz. Ölüm Allah’ın emri. Her canlı geldiği gibi, gidecek de… Bunda bir sakınca yok. Gidişin tarzı zor. Anlatılanlar ürkütücü. Bir dilekçe ile anlatabilsek nasıl istediğimizi… Gençken çok uzakta sanıp aklına gelmeyen, yıllar ilerleyip de sen ve çevren o beklentiye girince “Hee!” diyorsun… “Yaklaşıyor, gelmekte olan”. İnsan işte, şekilci… Tarz düşünüyor bu kez de… Acısız, hastalanmadan, yatağımda, kimseye muhtaç olmadan, …, …, gibi şeyler. Kınamayın! Düşünülüyor. Hele ki Dünya’nın çaresizliği gözler önündeyken… Çözümsüzlük içindeyken.
“Hastalık gelmesin de evde oturmaya razıyız.”. “Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek.”.
Biz ortada dolanmayalım, riskli olduğumuzdan hastalanıp hastaneleri doldurmayalım ki kurtarılabilecek gençlerin önünü kesmeyelim… Diye düşünüldüğünü düşünmek düşündürücü… Bu fikri aklımdan atarak “yaşlılığımıza olan saygıdan, sevgiden” cümlesine odaklanıyorum… İlerideki olası sonuçlarını da düşünmeyi reddediyorum. Kendimi eğliyorum.
Gelelim “Evde neler yapabilirsiniz?” öneri kalabalığına… İnsan neyse O’dur. Ne yapabiliyorsa, onu yapmayı sürdürecek ya da kendine en uygun yapabilecekleri yine kendi bulacaktır. Yönlendirmeler içinde kendine bir ışık bulabilir ancak. Ben ne yapıyorsam, yolumu öyle sürdürüyorum… Araya hoş çeşitlilikler ekleyerek.
Kayıplar çok olacak, çok kişiler sevdiklerinin ardından ağlayacak… Zaten öyle olmuyor muydu? Bu kez ayrım, salgın nedeniyle olan zorunluluklar; sarılamamak, doğru düzgün bir uğurlama yapamamak gibi… Bir şey diyeyim mi? Canım ablaannemi uğurlarken, iki ablam da gelmedi… Eşine olan kızgınlıklarından, uğurlamaya gelmediler. Bir tanesi “Giden cesedi, ben sağlığında yanındaydım.” bile dedi. Çok koymuştu bana o sözleri… Aslında içime işleyen “Duygudan yoksun davranışı mıydı?” hâlâ sorgularım. Babacığımı yolcu ederken hoca duayı okuyup tabut sırtlanınca, cenaze arabasının durduğu yere koşturmuş ve yerine koyduklarında bir kez daha dokunmuştum, Dünya’dayken yapacağım son şeyin bu olduğunu düşündüğümden. Babaanneciğim için de aynı şeyi yapmıştım ben… Bir de araba hızlanıncaya dek yürümüştüm yanlarında. Son!
Anneablacığım için gece okunan dua sırasında bir uçan böcek gelip yanıma kondu. O ablamdı dedim, iki çocuk sahibi ben… Öyle duyumsadım. Şimdi bile ara ara o türden uçan yanıma geldiğinde, o an’ı hatırlar ve gülümserim. “Merhaba!”.
Kendimize böyle avutucu şeyler bulmadığımız sürece karamsarlığın koyuluğunda yaşar gideriz. Mantık dışı bile olsa o an için benimse ve pencereni arala, ışık girsin, nefeslen.
Kitap okurken biri yanıma gelip bir söz söylese, toparlanmam gerekir. Çünkü okumuyor, içinde yaşıyorumdur. Bir iş yapmaya niyetlendiğinizde, o işin hakkını vereceksiniz. Yoksa ne o iş yapılır, ne de sonuca varılır. Benden böyle!
Yalnızca evde kalırken değil, ara ara yazıyorum işte… Eskiden de bir sıkıntım olduğunda yazardım kâğıtlara ve sonrasında okurdum, yırtar atardım. İnsan sıkkın olduğunda daha farklı düşünebiliyor, objektif olamayabiliyor. Sonrasında okumam, bu durumlarımı görebilmek ve kendim için yapabileceklerimi bilmek içindi. Yine öyle oluyor. Bir farkı, burada açıkça yazabilmek oluyor, şimdiyle. Yazdıklarımı da ara ara okuyorum. Kendim için yazıyorum yine, kaygısız. Kimseye kendimi kabullendirmek, sevdirmek gibi bir kaygım olmadı. Olduğum gibi oldum ömrümce, kalanında da öyle olacağım.