Çok ömür bu kadın!
Epeydir yazmıyorum, biliyorum, hep aklımda, aklımdan geçiyor, kelimelere dökeyim diyorum ve takılıyor “er-te-le-me-le-re” ki Dünya’da yapılan en büyük yanlış bence. Oysa birikimler, yazacağım öyle çok ki üzülüyorum. Benim için “mutlaka yazmalıyım”, okuyan için “önemsiz” gelse dahi… Çünkü burası benim paylaşım yerim!
Neyse bugün yazacağım dedim ve gecenin geç bir saati de olsa geçtim masa başına. Önce eski yazdıklarımdan bir iki okudum “Çok ömür bu kadın” çıktı ağzımdan… Güldüm okurken. Dediğim dedik biri bu, kimseyi tınlamıyor bile. Değil! Görünen o, altında yatan “denemiş, sabretmiş, değmemiş, uygulamış” biri. Gerçekten zamanla deneyimlerinizi süzgeçten geçirip, sona vardırıyorsunuz. Hız konusuna bir şey diyemem… Kimi kez zorunlu sürdürülebilirlikler olabiliyor… Ona da “yazgı” diyelim. Kimse kusursuz değil… Bir şekilde bilinçli içine atıp, yürüyüp gidebiliyorsunuz ama bu dediğim “sizin bilincinizde ve bilginiz dahilinde olduğu için, sizin yönlendirmenizde, “bilinçli kabulleniş gibi görünme seçiminiz”… Biliyorsunuz!!!
Kimi insanlar bir hata yaptıklarında mahvolurlar “Millet ne diyecek?”… Ne derlerse desinler… İnsanız ve hatalara açığız. Önemli olan yaptığın hatadan ders alabilmek. Ders almayabilirsin, bir daha hata yapabilirsin… Aynı konuda ya da farklı bir konuda. Bunlar için eğer sen üzülüyorsan, bir daha yapmayacaksın demektir. Yoksa bir başkasının söyleyeceği şeyler… İnanın üzülmeye değmez. İnsanı yıpratır.
İçinizden geldiği gibi davranın, bir başkasını memnun etmek için değil. Çünkü önemli olan sizsiniz. Zaten davranışlarınız içtense, siz rahat olacaksınız ve karşınızdaki de o derece rahatlayacak.
Benim için söylenilen ve yanlış anlaşıldığımı düşündüğüm bir konu “eleştirici olduğum, kusursuzluğu aradığım”dır. Bunun açılımı o değil. Bir işi yapmayı istediysem, yapacaksam, gönül verdiysem eğer “işe saygı duyarım” öncelikle. Çünkü “sevmişim ve değerini vermeliyim”. Özenerek yaparım! Olay bu. Hani üç kitap birden okurum, üç iş birden yaparım derim ya, hepsinin yeri ve verdiğim değer ayrıdır. Hangi işi yapıyorsam, ben onunla bütünleşmişimdir. Özetle hercai değil, köküne dek sarılınmış işler olarak sürer.
Öğrenmeyi çok severim örneğin, bu konuda da öyle; öğreneceksem branş falan dinlemem, direkt odaklanırım, çünkü merak etmişimdir öyleyse bin kere de sorsam, okusam yüksünmem ama sonunda öğrenmiş olurum. “Mış gibi” hiç olmadım, hiç yaşamadım. İşte bu benim farklı algılanmama neden olabiliyor. “Mükemmeliyetçilik”? Hayır! İlgi konusu neyse hakkını vermek derim ben buna.
Hüsn-ü Hat Sanatını çok seviyordum, konudan çok uzaktım. Yazmayı öğrenmek istedim, kursa yazıldım ama ne yazdığımı bilmem gerekti, ben benim ya. Gittim aynı anda Arapça kursuna yazıldım. Konudan ilgisiz olduğum ve araştırmadan atladığım için yazılanların Osmanlıca olduğunu sonradan öğrendim ancak Arapça kursuna yazılmıştım bir kere… Onun hakkını vermeliydim. Üç kur devam ettim ve kursu bitirdim. Sonra gittim Osmanlıca kursuna yazıldım. Dört kur da ona devam edip, sertifikalarımı aldım. Derken Hüsn-ü hat hocam yeteneğimin olduğunu gördüğü için Minyatür ve Tezhib kurslarına da katılmamı istedi. Hepsinin hakkını vererek sertifikalarımı aldım. Şunun bilincinde olarak, her biri eğer üzerinde çok ama çok çalışılırsa hakkı verilerek bir unsur çıkarılabilir. Ben bir hat yazmak istersem, bugün en başından sayfalarca “elif” çalışmam gerekliliğini biliyorum. İşleyen demir ışıldar örneği, elimin uyumunu yakalamam gerek ki ben amatörce bu işlerin içindeyim. Ancak hocalarımın verdikleri öğütler, şu an bile kulaklarımda ve arada Arapça, Osmanlıca kitaplarıma göz atıyorum.
Uzun bir anlatım da olsa olay benim açımdan budur. Buna mükemmeliyetçilik denmesini reddediyorum.
Renkler arasında armoni aramak da bir huyum. Aslında aramıyorum, armoniyi yakalıyorum, bir güç bunu başartıyor. Koskoca mağazaya gireyim, seçeceğim renkler belirli ve uyumludur. Bu benim alışılagelmişimdir. Belki de klasik biri olduğum için ve o renklerle bir uyum yakaladığım, vazgeçilmezlerim olduğu için.
Bir başkası ya da başkaları için yaşamak, beğendirmeye çalışmak hiç derdim olmadı. Kendimi beğendiysem olay bitmiştir. Kendim için giyinir, süslenirim. Bu durum beni rahatlatıyorsa, kendimden hoşnutsam dahası kimseyi ilgilendirmez. Çünkü ne yaparsan yap, ne giyersen giy, ille de hoşnutsuz biri olacaktır… İstediğin kadar kendini parala, verebileceğinden fazlasını vermek için didin ve uğraş, yapamadığın bir an olduğunda inanın o güne dek yaptıklarınızı takdir falan etmeyip, yapmadığınıza odaklanacak, canınızı sıkacak, üzülmenize neden olacaklardır.
Çok mu kötümserim? Hayır! Doğruya doğru bu böyle… İki artı iki eşittir beş, hiç olmadı.
Çoğu kez belki de hep, yazılarımda ister istemez ders veriyormuş gibi duyumsuyorum. Bunlar ders vermek değil, yaşanmışlıklar.
Bugün nereden esinlendiysem, yaşım kaç dedim kendi kendime? Burada kocaman bir kahkaha attım. Kahkahanın kocamanı olur mu? O da olur. Çok güldüm… Gerçekten ben yetmişe üç beş kalalarda geziniyorum “dur bakayım kaçım aslında?” dedim. Şimdi 1953 eylül ayından geliyorum yavaştan yavaştan. 😀 1954 eylülünde bir yaşında olmuşum… 2024 yılında yetmişbir olacak derken bende bir irkilme… Neler oluyor? Geri git daha 2024’e çoook var. 😀 2023 var arada aaa! Falan söyleniyorum. Dur hele 2022’de miyiz biz? Hmm!!! Düş düş rakamları. Nereye düşeceksem? Hesaplarım sonucu altmışsekizi “sürüyorum”… Nereye sürülüyorsa? 😀 Özetle eylül ayında dolu dolu altmışsekiz bitecek ve ben olacağım altmışdokuz. Ne mutlu! Çok şükür! Kendime sağlıklı yıllar diliyorum. Kalp kalp!
Geçen gün üzerimde askılı siyah bir elbise, dolgu topuk kırmızı terlik, röfleli sarı saçlarla eviye başındayım. Büyük oğlumun eşi kızım Hande “Evin genç kızı.” dedi ( öyle dediği için giysilerime bakmıştım da netlikle aklımda kaldı), ben de “Uzaktan genç kızı, aslında nenesi” dedim. Bunları demek, çocuklarımın ve eşlerinin annesi olmak, torunlarımın babaannesi olmak, yaşlandığım ve kırışıklıklarım, eskiden havalı olduğunu sevdiğim, şimdi beyazlarımla bütünleşen sarışınlığım beni çok mutlu ediyor. Kulaklarım çok ince sesleri duymuyor, gözlerim netlikle savaş içinde, dizlerim ara ara biz buradayız diyerek yüksek topuklu ayakkabı giymemi kimi kez düz ve az topuklulara yönlendiriyor… Bunların hepsini yaşayabildiğim için mutluluk duyuyorum.
Yaşadığımız her an bizim için değerli. Üzülecek, sıkılacak o denli çok ve karmaşık konular var ki… Onların bilincinde, yapabileceğimizi kuşkusuz elimizden geldiğince yaparak ancak yapamayacağımız şeyleri de kabullenerek yaşamak bizi daha rahat kılacaktır. Sorun mu var? Odaklan ve çöz, şikayet etme. Ömrümüzün çoğunu şikâyetlerle geçirmek daha mı iyi? Şikâyet, çözümsüzlük ve konuyu uzatmak demektir. Yıpratıcı!
Konuyu dağıtalım… Odamdaki avizeyi seçerken hangi akla hizmetse kumaş seçmişim. İkea’nın avizesi. Yıllardır, yıka as yıka as, dün birden aklımda düşünceler uçuştu “ben bir avize yapmalıyım.”. Deniz kabuklarını, yıldızlarını sever misiniz? Ben çok severim. Ne zamandır gözüme çarpan şekiller vardı. Placuna Deniz Kabuğu’yla böyle tanıştık. Kaynağından araştırıp ısmarladım ki bana uygun fiyatlı geldi, Placuna Kabuklarım ve Deniz Yıldızlarım. Şimdi tasarlıyorum. Bir tek ısmarladığım ip gelecek. Ben placunaları minik matkapla delene dek o da gelir. Bursa’dan yola çıktı çünkü. Bu online alışverişlerle çok eğleniyorum. Van’dan bile gelen var. Kargo sırasında “kargo takip”e girip nerede olduğuna bakıyorum. Öyle öyle yol alıyoruz biz, siparişlerim ve ben. Türkiye’yi geze geze geliyorlar uzaklardan. Benim suçum yok. 😀 Ismarla diyorlar ve en uygununu seçiyorum. Gerçekten kargolarken kızıyorlar mı diye aklımdan geçmiyor değil. Geçenlerde aldığım “Arapsabunu yer silici Vim”in şehrine bakmamışım. Ağrı’dan geldi. Çocuklar “kargo paralarına yazık” diyor. Ancak ben yıllar önce masamı düzenlerken kalemlik, ataşlık, kâğıtlık gibi şeyleri en ucuzundan seçerek, Türkiye’nin üç bir yanından getirtmiş biri olarak bunu hep düşündüm de ne edeyim? Onların da bir bildiği vardır, kurtarıyordur diye içimi rahatlatıyorum. Şimdi Placuna Kabuklarımı, Deniz Yıldızlarımı Tahtakale’ye gidip nasıl alayım? Ana firmalarda da iki misli fiyatları vardı… Online Tahtakale yaptım, daha ne olsun?
Dağıldık mı? Toparlayalım 😀 Ben aklı uçlarda biriyim… Böyle olmayı seviyorum. Tekdüze bir yaşam mı? Yok kalsın! Yarın avizemi yaparım. Bir sonraki gün, sprey boya almıştım onunla bir kaç ufak mobilya türü renk değiştirecek. Yakışacak olduğu yere, daha hoş gözükecek gözüme.
Dale Carnegie’nin kitaplarını altını çize çize, sayfalarını katlayarak okudum ki çoğu kitabı öyle okurum, sindirerek… Şimdi net olarak anımsayamıyorum, yanılmıyorsam şöyle bir söylemi vardı “Boş tuval sizin, boyalar elinizde, dilediğiniz gibi boyayın, ister cennet, ister cehennem.”. İşte hayat bu! Kimi kez karanlıklar ülkesi, kimi kez renkli çağlayanlar. Kolay olmayabiliyor ama hep diyorum “Canınız sıkılınca, bir şeyler ters gittiğinde, kendinize üzülmek için bir süre tanıyın, üzülün de… Sonrasında silkelenip çözümünüzü arayın, bulamıyorsanız kabullenip en olurunu kendinize uyarlayın. Değiştiremeyeceğiniz şeyleri kabullenin. Aksi sizi daha çok üzecek, çıkmaza sokacak, karanlıklara sürükleyecektir. Hiçbir şey güllük gülistanlık değil.”.
Hoşça kalın! Sevgiyle kalın!
#hayat #ÖmürŞeyBukadın #DaleCarnegie #PlacunaDenizKabuğu #DenizYıldızı #Bilinç #şikayet #tahtakale #Osmanlıca #Arapça #Hüsn-üHat #Tezhib #mükemmeliyetçilik #yaş #DeğiştiremeyeceğinizŞeyleriKabullenin #biranne
2 Comments
Güçlü karekter,herkesin olması gereken şahsiyet,müthiş beceri ve ögrenme kapasitesi tebrik ediyorum ve maaşallah diyorum .
Hoş geldin! Güzel övgülerin için çok teşekkür ederim. Paylaşımlarımı okumayı sürdürmeni umuyor ve yorumlarını bekliyorum.