Hayat ertelemeye gelmez…
Yıllardır karavan fotoğrafları izlerim, yaşamlarını merak edip okurum, hayâller kurarım ve ona eklenen bir de “Tiny House” durumları var. Çünkü çantaya iki giysi atıp yollara düşen, çadırda da olsa yaşarım, açık havada uyumanın zevkine varırım diyenlerden olamadığım için. Çok yıllar önce o zamanın lüks çadırlarından birinde gece kalmıştım. Bu çadırın bir odası vardı, kapısı fermuarlı. Gece olunca o “güvenli” odaya koydular, biz iki kadını. Hışırtı oluyor, ben yanımdakini dürtüklüyorum “yılan geldi” diye. Fener ışığıyla böcek aramalardayım. Ne oncağızı, ne de dışarıdakileri sabaha kadar uyutmamıştım… Harâbeye dönmüş bir durumda, günü ışıtmıştık. İlk ve son oldu, benim için. Onların da içlerinden hakkımda iyi şeyler düşünmediğini düşünüyorum. Yine de ara ara denemelerle çağırmışlardı, bir ümit alışabilirim diye sanırım. Olduramadım, uyumu.
Karavanı düşünmem o günlerden… Ataköy’de bir karavan kampı vardı o zamanlar. Gazetelerden takip ederdim. Hatta unutamadığım, mühendis bir çiftin ev kiralamayıp, işe oradan gidip gelmeleriydi. Nasıl mutlulukla anlatıyorlardı, pek heveslenmiştim. Çocuklar olunca yoğunluktan ara vermiştim takibe. Bir gün “Ataköy’deki Karavan Parkı kaldırılıyor” diye bir haber okudum ve kendi yerimi kaybediyormuşçasına üzüldüm. Gidip araştıracak, ben de belki içinde olacaktım, oradaki grubun. Olmadı!
Zaten kurallara uygun adım giden üç ablamın içinde aykırı bir ben, kara kedi gibi sırıtırdım, bu uçuk hayâllerimle… Kaale bile almazlardı, sonrasında da ‘geçici hevesler’ kategorisinde anıldı. Bu yaşıma geldim, hevesim bir an gitmedi.
Dünden beridir aklımı kurcalayıp, instagram sayfalarına içim giderek bakan benim karşıma bilin bakalım bugün ne çıktı?
Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra çayımı alıp köşeme geçerim. Bir sigarayla çayımı içerken TV’de gezinir, ilgimi çeken bir şeyler bakınırım. TRT Belgesel’i açtım, geçmiş programlara bakarken “Yaşam Başka Yerde” diye bir şeye takıldım. Severim farklılıkları, başka yerlerde yaşayan insanların koşullarını izlemeyi. Hemen tuşa bastım bir de ne göreyim? Karavanda tek başına yaşayan bir kadın… Hayatını anlatıyor, eskilerini, o karara nasıl vardığını, kaçıncı karavanı olduğunu ve nedenlerini falan. Hemen programı durdurdum. Sabah kahvemi yapacak, programı izlerken kahvenin verdiği keyfimi katlayacaktım.
Bu güzel kadının adı “İlknur Kutluca”. Sonra araştırınca YouTube kanalı olduğunu da buldum. Neyse! Babasından geçtiğini söyledi, gezme tutkusunun. İlk kez beş yaşında evden kaçmış. 🙂 Çok güzel ifadelerle hayatını özetledi. Sağlam, sözünün eri, tuttuğunu koparan ve de çok güzel bir kadın. Kız çocuğunu yirmidört yıl bir başına büyüttüğünü, hemşirelikle hayatını kazandığını, emekli olup lojmandan çıkınca ev kirası vermek yerine bir karavan almaya karar verdiğini, çekme karavana aklının yattığını anlattı.
Ben de zamanında karavanları araştırırken bozulma durumunda motor tamiri için evinin de sanayiye gitmesi nasıl olur diye düşünerek çekme karavanlara bakmıştım. Arabanın çekme gücü önemli, gerçi arabanın çekim gücü olsa bile belli bir ağırlıktan sonra ayrıca belgeler gerekiyor… Öyle kolay işler değil.
Motorun içeride olduğu öyle lüks karavanlar var ki her bir gereksinimini sağlayan… Karavanın iki yanı açılıyor ve artı metrekareler oluşuyor… Uçuk fiyatlar tabii ama muhteşemler.
Bu hanımın ilk karavanı çekmeymiş, ikincisi bir üstünü ve şimdiki içinde motoru olandan. “Beni kısıtlıyor, ben Dünya’yı daha çok gezmek istiyorum, bu nedenle dördüncü bir karavan düşünüyorum.” dedi söyleşinin bir yerinde. Zaten çok yeri gezmiş ama daha gezeceği yerler varmış… “HAYAT ERTELEMEYE GELMEZ” dedi. Ne güzel dedi. O konuşurken çoğu içimden geçenleri dillendirdi sanki. “Benim daha sınırlı olan tutkularımın göğe yansıyan sınırsızlığıyla” konuştu diye geçti aklımdan.
Çok şeyler öğrenmiş yaşadıkça, karavanda gereksinimlerinin karşılanması adına ve bunları çok akıllıca tasarlayarak hayata geçirmiş. Bir fotoğraf gösterdi “bana çok konuda yardımları oldu” diyerek, vefat etmiş o zamanlar seksenli yaşlarında olan bir beyin fotoğrafını. “Yardımlaşmalar çok olur, kendini bilen saygılı insanlar da çoktur.” diyor ve ötekilerin(!) zaten her yerde olabileceği gibi, oralarda da olabildiğine değindi.
Kızı evlenmiş, bir çocuğu olacakmış, onları da ağırladı karavanında. Açık havada, denize yakın bir yere çektiği karavanın o eşsiz manzarasında. Karavanın güvenli, korunaklı olup olmadığı konusunda tabii ki de park için çok dikkatli yer bulması, yola yakın, yardım isteyince birilerinin duyabileceği gibi yerler olması konusuna değindi. Öyle gündüzleyin “ne güzel burası haydi konaklayayım ben” diyemez insan kuşkusuz. Hele benim için ille de “karavan parkı” tutturmacasına gider o.
Karavanın içini kendi zevkine göre döşemiş, şirin. En önemlisi banyo, wc işlevinin olması ama su kullanımına dikkat edilerek. Mutfak olarak kullanacağı yeri yeterli, büyük boy buzdolabı, çamaşır makinesi bir küçük boy bulaşık makinesi de var. Karavanın üzerinde güneş panelleri var, iki üç gün güneş olmazsa, arabadan sağlıyormuş geçici olarak. Kahve makinesinde kahvesini yapıp içerken söyleşisini sürdürdü. Kahve, olmazsa olmaz, hayat! 🙂
“Yalnızlık” diyor, “Ben yalnız kalmıyorum, karavan sahibi olan arkadaşlarla telefonla iletişim kurup kahve, çay içip söyleşiyoruz, arada kızım geliyor, yemek yiyoruz” diyerek ekliyor. O anlatırken düşündüm de bizler de bir tür yalnızız… Eskiden de öyle çat kapı bir yerlere hiç gitmedim, şimdi de gitmem. İnsan kendine yetebiliyor ve birkaç arkadaşın oldu mu yeterli oluyor. Çok kalabalıklar içinde olmayı hiç benimsemedim. Bu yaştan sonra zaten insan dinginlik arıyor. Bence diye eklemeliyim, farklı düşünenler olacaktır, kuşkusuz… Bu benim genel olarak seçimim oldu, olmakta.
Şu an Voyage FM’in hafif müziği eşliğinde, masa lambasının ışığında, odamda kafa dinleyerek yazıyorum… Birazdan ya kitabımı okumayı sürdürecek ya da belki bir film belki de benim olmazsa olmaz ‘cinayet serilerinden’ birini açacak, kulağım ve aklımın bir bölümü orada katili bulmaya uğraşırken, ellerim hobilerimden biri ile bir oluşum çıkarıyor olacak.
Ben yine hayâllerime döneyim… Karavan fotoğraflarına bakmayı sürdürürken yine instagram’dan eklediğim yat fotoğraflarına bakayım ara ara. Öyle küçük değil büyük ve her bir gereksinimini tüm lüksüyle karşılayan yatlar. Altında arabanın bile olduğu, gittiği yerde arabanı çıkarıp gezebileceğin yatlar. Yat limanları zaten hazır, hizmet için beklemekte. Süit odalar, banyolu konuk odaları, minik kotrasıyla sahili gezebildiğin bir yat. 😀 Önce hayâller ölür, unutma. Hep hayâl kur, uç ama ayakların daima yere bassın.
Bir karavandan yola çıkıp, lüks yata geçmek bana mahsus… Olsun!
Aslında bir yazım bitmek üzere, bir tanesi yarım bekliyor masa üstünde. Anlık iç feveranlarımın çıkış yaptığı yazılarımda arayı soğutup yeniden okumayı yeğliyorum kimi kez… Kimi kez de frensiz çıkıyor, engellemiyorum. Gerek diyorum.
Bugün gerçekten hoşuma giden bir programa denk geldim ve hemen yazmak istedim. Keşke ertelemeden isteklerimizin ardından gidebilseydik ve hâlen geç değil… “Neden olmasın?” diyebilsek.
Bir durup düşünsek ertelediklerimizi… Kendimizi geri plâna attıklarımızın çokluğunu…
Oysa “HAYAT ERTELEMEYE GELMEZ”!
Kalın sağlıcakla, sevgiyle.