Hayattan bir kesit…
Geçenlerde dışarıya çıkacağız, hazırlanıyorum… Gardırop başında ne giysem düşüncelerindeyim.
Şu an elimde olmadan konudan uzaklaşacağım. Yukarıdaki olay olalı bugün tam üçüncü ya da dördüncü gün. Hemen yazayım dediğim, ertesi gün öğle saatleri… Hatta kendimle dalga geçtim “müzik, mum ışığı ve gecenin dinginliği diye başlardın yazılarına, şimdi ne diye başlayacaksın” diye. MacBook açıldı, yazı sayfası da ama bir satır yazamadan kapadım, içeride ve dışarıda yapılacak işler çıktı. Hani derler ya “Yaşlısınız sizin ne yapacak işiniz olabilir?” diye… Oysa tırnağın varsa başını kaşırsın, işlerini kendi başına yapıyorsan, etinle tırnağınla koşturacaksın, izin verdiğince bünyen hızlı ya da yavaş. İyi ki online alışveriş çıktı da çoğunlukla oradan kotarıyoruz bu işleri. Yine de kendinizin halletmesi gereken bir dolu iş olabiliyor.
Yazıya başladığımdan bu yana WhatsApp’tan gelen birkaç mesaj, zorunlu X’e girme, süzülen filtre kahvemi boşaltma, müzik setimin kumandasını bulma (alınıp yerine koyulmayınca) gibi şeylere kalk otur yaptım. Tabii online alışveriş yapınca bir dolu yere “izin” vermek durumundasın, Mc’in sağ üst köşesine sürekli mesaj yağıyor dakika başı… “Hele durun bi’ gece gece” diyemiyorsun, sildin mi (denedim) seni de siliyorlar, bir daha kayıt olma durumları var. Başkasına aklım ermiyor, katlanacağımdır. 🙁
Şimdi de ikide bir akıllı saat “ilâç saatin geldi” diyor. Üç kez erteledim çünkü. Kalkıp içem gâri… 😀
Yazmak kolay iş mi? Bana kolay, aklıma eseni yazdığım için. Sonrasında bir okuyorum, yazım hatası var mı diye, bir fotoğraf bulup Mc’e air droptan gönderiyorum, oldu mu sana konu fotoğrafı, sonra “yayımla” bitti.
Aziz Nesin, hayranı olduğum yazar, sormuşlardı bir röportajında “Nasıl ve nerede yazıyorsunuz?” diye… “Elime kalem, kâğıt geçirdiğim her yerde yazarım.” yanıtını vermişti. Nasıl hârikulâde yazılar hem de. O kendini kanıtlamış, halka ve hatta Dünya’ya mâlolmuş bir yazar.Yıllar önce her hafta bir kitabını alma hakkı tanımıştım kendime (maddiyat ki kitaplar o zaman ne ucuzmuş, demek bana pahalıydı yine de). Bir gün Üsküdar İskele’sinin yanındaki kitap, gazete satan yerden kitabını alıp, vapura bindim okuyorum ama kendimi tutmak ne mümkün… Gülüyorum, her bir anlatıda. Kitabın adı “Şimdiki Çocuklar Hârika”… Kapadım kitabı, içim sarsılıyor, insanlar bakıyor. Kitabı onların göz hizasına tuttum ki adını görsünler, alsınlar, onlar da alıp okusunlar diye düşünüp ve okumayı sürdürdüm. Gelsin de Aziz Nesin şimdiki alfabe kuşağına baksın… Hani yazıyorlar ya x, y , z kuşağı diye. İstisnalar kaideyi bozmasa da yokuş aşağı giden bir durum var. Hoş toplum olarak inişler görülmekte ne acı ki!
Dayıcığım rahmetli Kerem Yılmazer, bir oyunlarının gala gecesine çağırmıştı, gittik, bir baktım Aziz Nesin…Ben tabii ona doğru çekim gücüyle giderken durduruldum ve tanışamadım. Şimdi olsa durdurulamazdım… Toyluk, gençlik, baskıya boyun eğme durumları. Oysa ne olacak, ben Aziz Nesin için bir anlık hayran görüşmesiyim, benim içinse “güzel bir anı” olup anlatacağım bir olgu. Geldi, geçti değil neredeyse yarım asır geçti, içimde bir sızı… Ben nasıl durdum? O beni tanıyamıyorum.
Eveeet! Sırf iş için oturup kalkma değil, benim zihin fırtınam da esip durur içeriden, yazıları amacından sürükler. Olsun! Eğer okuyacak olan olursa burada dursun, o günlerime gitsinler onlar da… Bir ümit çocuklarım, torunlarım. Nasıl olsa “gene nerelere gittin” diyemeyecekler, ya sıkılıp bırakacaklar ya da okuyup bitirecekler. “Du’ bakali’ n’olcak?” Bu da sevgili Aziz Nesin’in bir anlatısının başlığı… Ne gülmüştüm, güleriz ağlanacak hâlimize hesabı.
Ben gardırop önünde ne giyeceğime karar veriyordum değil mi? Öyle ama şimdi giyeceğimi seçip, üstüme geçirip, dışarıya fırlayamam. Bunun tamamlayıcı unsurları da önemli benim için. Takılar, ayakkabı, çanta seçimi de hızla düşünülmeli. Zaten her bir aldığım bir ötekini tamamlar ve kombin yapmak üzere olur ve bu nedenle zorluk çekmem. Bu benim hayatımı güzelleştirir… Benim! Kendimi iyi hissetmem yeterlidir bana, başkaları için değil. Bunu hep vurgularım. O an aklımdan “ne mutlu seçebileceğim giysilerim var” diye geçti. İnsanın elindekilerle yetinmesi çok önemli.
İşte hayat da böyle. Elinizde hayatınızı güzelleştirecek ne var, bakın, görün, mutlaka bulursunuz. Evlilikte de, arkadaşlıkta da, ilişkilerde de buna dayanıyor. Partnerinizin olumsuz yanları, kusurları olduğu kadar, sizin de vardır mutlaka… Empati yapın.
Yıllar önce adı “Bir yastıkta” mı ne diye bir program vardı. Ekranda bir ressam ve eşi, yaşlanmışlar bizcileyin, kadın da nasıl güzel o yaşına karşın. Ressam sürekli anlatıyor, hep o hep o, kadına söz hakkı bir, iki… Tabii elli yılı geçkin evlilikleri, bir yastıkta kocuyorlar. İçimden geçen “kadının ne çok özveride bulunduğu”ydu. Ekran önünde mi öyleydi diye düşünüyorum şu an. İnsanların iç yaşantısı, ev yaşantısı diye bir şey var. Yıllarca birlikte yaşayan çiftler, evlenince bir iki yıla kalmadan boşanabiliyorlar. Okudum birkaç kez. Değişen ne oluyor? Nasıl olsa imzalar atıldı rahatlaması mı acaba? Gerçi şimdi yıldırım hızıyla evlenmeler, boşanmalar olup duruyor. Benim demek istediğim farklı bir şey… Saygı öyle önemli ki karşılıklı ve de sınırlar.
Aynı evde, aynı anne babanın verdiği terbiye ve aynı ev ortamında yetişen kardeşlerin bile dağ gibi farklılıklarının olduğunu düşünürsek, apayrı yörelerde farklı gelenek ve göreneklerden gelen, farklı anne babanın yetiştirdiği iki kişinin uyum sağlamasının mucizesidir bir evliliği yürütmek. Mutlak baskın bir taraf olabilir mi? Eşitliği düşünerek, karşısındakine de hak tanıyan kişiler olabilir mi? Burada kurban ve kurtarıcı rolünden asla dem vurmuyorum ki en sağlıksız ortam olabilir. Ne çok çeşitlilik çıkabiliyor ortaya… Yaşanıyor ve yaşanmakta. Arayışlar olabilir ama nereye kadar ve bir garantisi var mı? Karşınıza çıkacak olan yine “sizin” istediğiniz gibi olmayabilir. Siz de “onun” istediği gibi olmayabilirsiniz. Burada önemli olan “siz”, “o” değil, karşılıklı olarak isteklere saygı duymak ve ortak bir paydada bütünleşebilmektir.
Elinizde hayatınızı güzelleştirecek ne var, bakın, “görün”, mutlaka bulursunuz.
Yalnızca ilişkilerde değil, hayatın her ânında huzuru yakalayabilmek için buna zorunlusunuz. Yoksa hep bir “acaba”nız olacak ve kendinizi huzursuz edeceksiniz. Evim var ama bir başkasının evi daha büyük, daha güzel, daha iyi semtte… Eee! Senin olanakların buna elveriyorsa, hayatını “bir başkasının” ne olduğuyla değil, elindekini kendin için nasıl mutlu, huzurluya dönüştürebileceğinle ilgilen. Aksi seni ruhsal olarak çökertecektir… Gör!
Her insanın kendine göre bir güzelliği vardır. Sen buna inanırsan, o özgüveninle kendinle barışık yaşarsın. Kimse kimseye kendi güzelliğini, iyi huyunu, özelliğini anlatmakla yükümlü değildir. Her zaman kibir değil tevâzu. “Mütevazı” olalım her daim, bırakalım başkaları övsün. Bu sözcüğü de yanlış kullanıyorlar o ayrı. “Mütevazı” dikkat edin sonu “ı” ile bitiyor. Yanlış yazıyorlar mütevazi olarak yani sonunda “i” harfini kullanarak ki onun anlamı “paralel” demektir. Beceremiyorsan “alçak gönüllü” yaz kardeşim. Neyse!
Ben tabii gardırop önünde ne giyeceğime karar veriyorken, buralara gitti geldi aklım. Hemen ufacık bir kâğıda not aldım, yazayım ben bu düşüncelerimi diye. Belki hep aynı konuları işliyor gibi gelebilir ama benim için iç huzuru çok önemli. Eğer iç huzurunuz varsa; yaşadığınız gün, olaylara bakış açınız, yüzünüzdeki görünüm her şeyiniz daha farklı olacaktır. Kendinizi yiyip bitirmeyeceksiniz özellikle.
Tam da şu an bir deprem uyarısı geldi telefondan M = 3.2 , sonra M = 3.4 , çeşitli birimlerden Sakarya’da olmuş diye. Şimdi Kandilli’ye baktım ki o da M = 3.4 Teketaban – Karapürçek (Sakarya) olarak geçmiş kayıtlara. Benim bir de Doğu Marmara Depremi’nden sonra bu konuları derinden öğrenme merakım oldu ve çok sevgili profesör doktor jeofizik mühendisi öğretmenimden hatırı sayılır bilgiler edindim. Sağ olsun, var olsun.
Demokles’in kılıcı gibi sallanan bir deprem gerçeğimiz de var ve “Türkiye bir depremler ülkesidir” der dururuz. Bir ötesi ise bir an sonra ne olacağımızı bilmemekteyiz ve üstünü örtüp, saçma şeylerin peşinde koşturup duruyoruz. Oysa bize verilen anların tadını çıkartarak yürüyüp gitsek daha mutlu olmaz mıyız?
Hayat hiçbir zaman kolay, her şey güllük gülistanlık da değil… Bu yaşıma gelene dek “hayat hep bir mücadeledir” bizzat yaşayarak, görerek ilerledim, ilerliyorum, bilincindeyim. Güncel olaylarda dahi hop oturup, hop kalkıyoruz. Tamam da gün içinde “kısa bir mola” alarak neden kendimize “bir güzellik” düşünmüyoruz? İnanın bunu kendimize borçluyuz. Çünkü ilk önce “kendimizi seviyoruz”, “biz değerliyiz”. Yaptıklarımız öyle önemli ki “biz hak ediyoruz”.
Elinizde hayatınızı güzelleştirecek ne var, bakın, “görün”, mutlaka bulursunuz.
Ufak şeylerle de mutlu olunur. Kabul edin öncelikle; varlığınızı ve olanaklarınızı, değiştiremeceğiniz şeyleri. Kabullenmeden, bırakılamaz ve ileriye gidilemez. Çok hassas konular ya da hiç umursanmayacak konular… Bu da sizin seçiminiz.
Sevgi ve saygı birbirinden ayrılmaz bir bütündür benim için. Sevin içinizden geldiği gibi ve saygı duyun önce kendinize sonra çevrenize ve doğaya.
Kalın sağlıcakla ve sevgiyle.