Hoş Geldin Eylül
Yazıya başlamaya karar verdiğimde Ağustos ayının son günü ve saat 22.46’ydı… Şu an Eylül ayının ilk günü ve saat 03.06 ise arada geçen zamanda neler oldu da bu saatlere kaldı?
Geceyi seviyorum, el ayak çekilince sanırsınız dünyalar bana kalıyor… Hep böyle oldu, kendimi bildim bileli. Evimiz kalabalıktı, beş çocuk, babaannem, annem, babam derken sekiz nüfus. Arada rahmetli amcamın Haydar Paşa Lisesi’nde yatılı okuyan oğlu da gelirdi ve de yatılı, gündüzlü yakınlar. Belki de yalnızlığı sevmem bugünlere denk gelir, bilmeden içime yerleşen o seçim.
Ders çalışacağım zaman ev halkının yatmasını beklerdim ki sessizlik olsun. Yazmışımdır bunu kesin ama bir daha diyeyim; kendime bir bardak Türk Kahvesi yapar, transistörlü radyomda TRT3’ü açar, soğuksa sırtıma bir battaniye alır, oda büyüklüğündeki mutfağa sığınırdım. Öyle ya sessizlikte bir kez okuduğumda aklıma yazılanlar için ortamı sağlamalıydım. Kendimce bulduğum çözüm buydu. Artık o günlerden kalan bir alışkanlık mı desem, bilemedim. Çocuklarımı büyütürken de uykusuzluktan sürünsem dahi mutlaka gece köşe lambasının altındaki koltuğa kıvrılıp, içeceğimi de yanıma alıp mutlaka okurdum. “Hayattan kendime ayırdığım zaman” koymuştum adını. Bu alışkanlığım şu an da yine sürüyor… Evde iki kişi kalmış olsa da ille de “Benim zamanlarım”.
Aslında ortam hazırdı. Dün Türk Kahvem için çekirdek kahve çekimi yapmıştım, o sabah keyfi. Akşam için filtre kahve (kafeinsiz) içeceğimden onun çekimini yaptım, kendime kahvemi demledim… O da tamamdı. Öncesinde uzun tütsü yerine Palo Santo ağaç parçasını yakıp, evin içinde dolandırmıştım, bu da tamam. Geçtim MacBook Pro başına ve takılı kaldım. Nereye mi? X denen sayfaya… Onu oku, buna sinirlen, şuna iyice sinirlen, derken paralimpiklerin olimpiyat başarılarına “Oh! Sevinecek bir durum var” ol… Bir bak saate, gün değiştirmişsin. “Bu da senin aymazlığın” diyerek Spotify’ı aç ve yazmaya başla. Durum aynen budur efendim. Tipik ben!
Yazmaya neden karar verdim, bir de ona değineyim. Üniversiteden bir arkadaşım, sonunda Meryl Streep’in adı olan
“Bu cümleyi Fransız bir yazar söylemiş;
Hayat Altmışlarda Başlar
İlk bakışta buna inanmamıştım. Kendi kendime hadi oradan demiştim böyle bir şey olabilir mi? Mümkün değil bu bir palavra, moral motivasyon için söylenen yazılan bir cümle.
Bu cümle hep aklımı kurcalıyordu, taa ki sıra bana geldi; yaş oldu altmış!” diye başlayan ve devamı olan bir gönderi paylaşmış.
Ben de ona
“Bu güzel gönderinle “ biranne.com “ bloğuma yazı konusu çıkardın. Şimdi oturup aşağıda yazdıklarımı da ekleyerek, geliştirerek yazımı yazacağım. Sağ olasın.
Bu kadını takdir ediyorum. Yaşımla, kırışıklıklarımla mutluyum…Yaşanmışlıklarımın izleriyle. Hiçbir zaman kendimi başkasına beğendirmek, kabullendirmek için yaşamadım, kendim içindi tüm yaptıklarım ve bunu sürdürüyorum zevkle. Üzüntü ve acılarımı ertelemeden, “belli süre” yaşayıp arkada bırakmayı yeğledim. Ara ara aklıma geldiğinde, bıraktım bir süre anımsayayım ve yeniden hayata döneyim. Sevinci, mutluluğu, tat almayı sindirerek, şükrederek yaşamayı hiç unutmuyorum ve ânında şükrediyorum. Ne mutlu! Başkalarının ne düşündüğü değil, benim duygularım önemli. Açık yüreklilikle konuşur, fikrimi söyler ve insanların gözlerine bakarım hep… Aynadır! Kendini yansıtır insanlar, her davranışlarıyla. Unutmamalı! Yılların yüze vurdurduğu, iç duruşudur… Kimi kez çok güzel olsa da “yılan gibi soğuk” gelebilen, yaşlandıkça “ nur yüzlü” diyebileceklerimizin yanı sıra “yüzünün nûru bile yok” diye betimlediklerimizden.
Hep göründüğüm gibi oldum, olduğum gibi göründüm.
Reddedileceğimi de bilsem, doğruları söylemekten asla kaçınmadım.
Sevilmeyeceğim umurumda olmadan, arkasından değil yüzüne söyledim.
Biliyorum, dokuz köyden kovulanlardanım.
Her an öyle yaşadığım gibi, geceleri yastığa başımı huzurla koymanın hazzı hiçbir şeye değişilmez.”
yazdım, yanıt olarak.
Söylediklerim, yazdıklarım hep bu minvâlde zaten. Bilen biliyor artık.
Değişen şey demeyeyim de gerçek olan şey, artık benim altılı değil de yedili rakamlara bir, bir ekleyerek ilerleyeceğim. Sağlıklı, aklı başında yıllara diyelim, dileyelim. İşte bu Eylül ayı, benim yedili yaşıma bir ekleyeceğim ay.
Kalktım kendime bir sade soda koydum, içine bir dilim limon ekledim. Soda hazmettirecek, limon ferahlık verecek. Bir de bu kez uzun Palo Santo tütsü yaktım. Sevdiğim koku bana yoldaşlık ederek, destek verecek. Bu analizi şimdi uydurdum da öyle mi ki?
“Farkındalık” ne menem bir şey? “Çok farkındalık” diye bir şey var mıdır? Ben mi uydurdum bunu da? Yalnız, farkındalık ve algıların açık olması zor dostlar… “Görüyor”, içinizde seri analizler yapıyorsunuz ve yaptığınız çıkarımlarda “hoş görü” zorluklarınız oluşuyor ve “yutuyorsunuz” çoğu kez. Gerçi ben pek yutamam, fırlatırım da “törpü” işlemi ve “araya mesafe koymaya” dönüşebiliyor… “Bir gün onlar da” iç geçirişlerle.
“İğneyi kendime” diyerek, bu günlere gelmeden benim de anlayamadığım ve benden sonraki yaşları yaşayanlar için şu an anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim gibi. İstediğin kadar empati yap, yaşayarak anlaşılabilecek durumlar.
Arkadaşıma yazdığım gibi, aldığım yaşlardan ve olduğum yaştan çok mutluyum ve çok şükür diyorum. Buraya kadar iyi gidiyor da bizim algılayamadığımız, karşıdan “öyle” gözüken neler oluyor? İşte burada “mutabakat bitiyor”.
Deneyimleriniz olduğu, belki de ileriyi görme yeteneğiniz olduğu ya da olayları hızla çözümleyip gideceği noktaları görebildiğiniz için “pat diye söyleme” olayı zorluyor. Burada “susma, yanılgısını kendinin görmesini sağlama” diye bir durum var. İçiniz elvermez, koruma içgüdünüz devreye girerse “hata”.
Eskilerde yaptığımız “ben bilirim” de devreye giriyor, kaldı ki bizzat ben “kafasının dikine giden ve şu anda da devrede olan” huyum nedeniyle bunu yapmamam gerekir ama “huy”. “Önce can çıkar” derdi babaannem, sonra da “puf” diye çıkan son sesin “huy” olduğunu söylerdi… Öylesi!
İrdelemeye devam… İyi de bu beni rahatlatmıyor. O benim hızla akan düşüncelerim; topluyor, çıkarıyor, bölüyor, çarpıyor ve “dört işlem her zaman yararlı değilmiş” diyor. Bırakıyorum.
Ne kaldıysa geriye artık, “kendimi mutlu duyumsamaya” diyorum, elimden geldiğince, yapabildiğimce.
Nerelere geldim ben… Böyle gitmeyecekti yazım, aklımda çiçek, böcek, sevgi, …, gibi yerlere varmak vardı. Olmuyor dostlar. Hayat şartları, yaşadıklarınız, söylenenler, davranışlar gibi etkenlerin varlığı sizi oradan alıp, ayaklarınızın üstüne dikiyor.
Yaşıyorsan, varlığın sürüyorsa, son ana dek hayat mücadeleni sürdüreceksin. Önemli olan “kendin gibi” olmayı sürdürebilmen ve içinin huzuru.
“Sen doğru yolda ol da, varsın sanan eğri sansın.
Sen kendini bildiğin sürece, doğru insansın.”
demiş Yunus Emre.
Spotify’da Paul Anka da “You are my destiny” diyor.
Hoşça kalın. Sevgiyle kalın.