Ne giden son gemidir bu… Hayat!
Bir takım yapılacak işler için bilgisayarın başına geçtiğimde “yazacağım” da geçti içimden ve başlık bir şarkı sözü mü neydi? Keşke hemen kaydetseydim ki şu an aklıma dahi gelmiyor. Gelse, yazacaklarım da akar giderdi. Boş sayfayı açtım “ne yazacaktım ben?”.
İşte artık böyle oluyor. O an bir şey anlatacaksam “beni kesmeyin”, sonra “sen ne diyecektin?” derseniz, aynı bu şekilde kalakalıyorum.
Aradan günleeer geçmiş.
Bugün yazmak üzere oturdum ve “YAZILACAK, BİR ANNE” notunu gördüm. Yukarıdaki başlangıçla yazmaya niyetlenmişim, ne girdiyse araya, masaüstüne kaydetmişim ve öylece kalmış…
Neden? Duygulanımlarımı yazmadan yaşananların özeti gibi, geçen günlerde aklımdan geçenleri yazmış olduğum şöyle bir anlatımım var;
****
Ne giden son gemidir bu… Hayat!
Bence!
Nasıl bakarsan bak, sınırlı. Geliniyor, süre içinde verilen süreç tamamlanıyor. “İş bitti, yapı paydos!” Sıralı da değil… Sırası gelen. Enerji hep var, görev tanımlı beden yok olan.
Sonuç, bilinmezlik.
Formların gidişi belli de “hep tek – hep yek” denirse eğer, ilk ve son oluyor.
İşte budur nedeni takılmaların, üzülmelerin…
Her birinin “memnun olup yerinden, dönen yok seferinden” oluşları değil.
Bilincindeyse giderken onu, kalanların da dönüşü olmayan yola çıktıklarını bilmek.
Hayat bir sahne, verilen senaryonun kişi özelliğince oynandığı.
Nasıl her seçiş, bir vazgeçişse…
Her gidiş, bir terkediş.
****
Biliyoruz, bir son var.
“Her canlı ölümü tadacaktır.”
Eğer sürekli aklında bu söylemleri yinelersen, yaşam kalitenin düşeceğini ve hatta böyle yaşanmayacağını da netlikle biliyoruz.
“Hiç ölmeyecek gibi yaşa, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”
Bunun da hayatın devamlılığını sağlamak için söylendiğini biliyoruz. Yürütebilmek için hep “ümitvâr” olmaya gereksinim var, aklınıza gelen her iş ve eylemde.
Çocukken hiç anlamına varamadığımız, gençken biraz biraz anlamlandırmaya başladığımız ama hiç üstüne alınmadığımız, yıllar geçtikçe hem anlamlandırıp hem de içine giremediğimiz, yaşlar ilerleyip kemâle erdikçe biraz biraz içinden çıkamadığımız bir döngü “bir son var gerçeği”.
Bir “Can” yitti gitti… Gerçekten o hem bir candı, hem de adı Can’dı. Yaşları benzemesin, Allah evlâtlarımıza sağlıklı ömürler versin demeyi hiç eksik etmez oldum. Çocuklarımın kuzeni, yaşlar birbirine çok yakın. Baş sağlığı dilerken “onun için baş sağlığı dilemek, hiç yakışmıyor” diye söze başladığım.
Ateş düştüğü yeri yakıyor, bizim haberler ve TV’de görüp de içimden geçen genç ölümlerinde olduğu gibi. İki, üç dakikalık bir haber ve geçip gittikten sonra kalanların neler yaşadığından bağımsız… Ne fırtınalar kopuyor yüreklerde, neler yaşanıyor geriye kalanların hayatlarında, ne mücadelelerin içine giriyorlar, bilmiyoruz.
Ertesi günü de bir önceki yazımda paylaştığım teyzeciğim yeniden doğuşa yol aldı. Allah tüm yitirdiklerimize rahmet etsin. Teyzemin yaşı, artık bir sona kavuşma isteği falan yok olup gidiyor… Her gidenin ardından, bir daha o formla asla karşılaşamayacak olmanın, bilinmezliğin, geri dönemeyecek olmasının hüznü çöküyor yüreklere.
Rahmetli babacığımın cenaze arabasını defin yerine götürürlerken, yanına gidip arabaya elimi dayamış (sanki bağlantı kurduğumu varsaymış) ve bu duygularımı ona iletmiştim. Duydu mu? Hissetti mi? Bunu bilip bilmemek önemli olmuyor o an, sen paylaşarak yalnızca kendini “o duymuş” gibi rahatlatıyorsun… “Mu?”
Yazarken ara verip, ayağa kalkıyor ve bir turluyorum ev içinde… Yoğunluğum beni aşıyor kimi kez.
Süreçleri yaşarken yalnızdım, yeğlediğim bir durum, anılarla baş başa olmak zorlamadı diyemem, kimi kez dibe de vurdurdu.
Kendimce aldığım bir karardır bu… Üzüntümü yaşayacağım, üstünü örtüp geçmeyeceğim. Sonunda kabullenmiş olarak, yeniden devam edeceğim. Yapıyorum da ancak şunu belirtmeliyim ki devam olsa da geri dönüşler yaşanmıyor değil. Sıfırlanmak diye bir durum yok, tetiklenmeler olmuyor değil. O zaman da yine duygularına saygı duyup, yer açacaksın ama kapılmadan rüzgarına, hep kendinin ilâcı ve dostu olacaksın. Feverân etmeyen, kendi içinde çözüm arayan biri olarak seçtiğim bir yoldur, kendimce. Hoş “naz” çekenin varsa, sonuna kadar yaşanan bir durum mudur? Bunu bilemem… Hiç yaşanmadı bizim buralarda. “Tırnağın varsa, başını kaşı.” Düstur bu!
Dalgalı günler, durulması çabalarıyla çarpıştı. Kendi elini tutup, destek olundu. Bu bir seçim olabilir, yadsımıyorum. Her kişinin kendine özel seçimleridir.
Artık dualarımızla, anılarımızla yola devam edeceğiz.
Rahmetli anneciğim, telefon rehberinde hep üstü çizilmiş numaraların olduğundan, arkadaşlarının gün geçtikçe azaldığından söz ederdi. Normal diye geçirirdim içimden ve onun da öyle karşılaması gerektiğini düşünürdüm. Aslında annem de feverân eden tiplerden değildi. Olaylara olgunlukla yaklaşan, mantıklı çözümler üreten, aklı başında ve akıllı bir kadındı. Üstelik soğukkanlı yaklaşımlarda bulunurdu, mesafeli. Ucundan bende de bu yaklaşımlar var ama soğukkanlı olduğumu söyleyemem. Ben daha fevrî ve atılganım gerçeği söylemek gerekirse ve de çok dobra olduğum iddia edilir.
Telefon rehberleri artık cep telefonlarımızda olduğu için üstünü çizmek değil de silmek gerekiyor ve bunu kabullenemiyorum. Bu Dünya’da yer alan bir kişinin anısı olarak onlar hâlâ kayıtlı duruyorlar bende.
Çoğu yazımda karmaşıklığımdan söz ederim, bu yazıda da öyle.
Ne mum, ne tütsü, ne müzik… Aklıma dahi gelmemiş, sessizliğimle baş başa.
Kalkıp bir daha turluyorum, ev içinde. Kararında olmalı…
“Sakin mix” seçtim, Spotify’dan. Bir tütsü yakayım ve de Temu’dan getirttiğim “Meditasyon ve Ses Terapisi için Kase Seti” denen 8.0cm.lik ses kaseme, ahşap tokmağı ile bir vurayım ben. Dağıtmalıyım duygulanımlarımı… Biraz meditasyon, biraz sandal tütsüm ve kasenin çınlayan o derin âhengiyle.
Uzatmamalıyım, ne yazıyı ve ne de duygulanımlarımı…
Değiştiremeyeceğin şeyleri kabullen.
Kalın sağlıcakla… Kalın sevgiyle…