KIRIKLAR…
Kırık… Her anlama gelebilecek ve en fazla can yakabilecek bir sözcük. Can kırıkları var, cam kırıkları var, kol kırıkları var, eşya kırıkları var… Var da var.
Benim de omuzum kırıldı… Tam beş yerinden ve bu durumda moral olması, sevinmem gereken tek husus parçalı kırık olmamasıydı.
Düştüm!
Hayatımın hiçbir döneminde ağır aksak takılan biri olamadım, yetmişe bir kala mı olacağım? Hep bir koşuşturma halleri…
Rahmetli anneciğim şöyle bir koltuğa gerine gerine oturup da kurulamadı. “İlişirdi”… Koltuğun bir ucunda eğreti gelin gibi. Çay getirilince, almak için neredeyse ayağa kalkıp alacak gibi olur, arkasına yaslanıp elini uzatmazdı. “Armut dibine düşer” diye bir söylem mi vardır?
Boncuk yapma ve bir dolu başka hobiyi aşar durumlarım, yine bir dolu malzeme ve aletle mini odamın dolup taşmasına neden olmakla kalmadı, yine bir alış işlemimde (nereye yetişeceksem) alçaktan uçuş ve beş yerden kırılan bir omuz macerasıyla sonuçlandı. Bir ağırdan yürü, bir salın ortalıkta… Yok! Yeni yetme kızlar gibi koştur sen ve sonuç!
Tiyatro mu ne varmış üst katların birinde ve bir gece önce gösterisi. Bu nedenle pano afişleri asmışlar ve o panonun durduğu metal ince yassı, perde kornişi gibi bir uzantı… Yolun yarısına dek uzanmış ve öyle ince ki görülmesi olanaksız. Hoş ben dükkâna odaklanmış, koştur koştur giderken zaten göremedim, takıldım ve uçtum. Başım yere yaklaşırken son anda kolumu uzattım, beton zemine kapaklanmamak için ve korkunç bir acı. Kırık acısının da tarifi yok, kendinden geçiriyor insanı.
Başıma toplanıp kaldırmak isteyenleri durdurdum… İçim geçti acıdan ve kendim doğrulmak istedim ki yoklayayım vücudumu. Genelde bir şey yok ama kolum berbat, “kırıldı sanırım” dedim. Dükkân sahipleri tanıyorlar, gelip koluma girdiler, oturttular ve bir şişe su verdiler. O suyu unutamıyorum, öyle iyi geldi… Çünkü elim ayağım titriyordu.
Şu akıllı saatler gerçekten muhteşemmiş, kanıtlandı. Aslında onu kalbimdeki sorun nedeniyle, ekg çekebilmek, kalp hızı için doktor ve oğlumun önerisiyle almıştım ancak Alihan bana “Anne bir yerlerde düşersen haberimiz olmaz, saat gerekeni yapar.” da demişti. Gerçekten saat bana “Fatma kötü düştün, yardım çağırmamı ister misin?” diye sordu. Ben “hayır”a basıyorum, yine soruyor… Tam üç kez sordu. Eğer ben yanıtlamazsam, yardım çağırarak müdahale ettiriyormuş, doğrulandı. Tabii ben bu arada acile haber vermesin diye, ona yanıt veriyorum… O da ayrı bir heyecan oldu bana. Alışık değiliz ya yardımlara, kendi başımızın çaresine bakacağız, saatin yardım teklifi bile aman onu rahatsız ettim moduna mı getirdi de heyecan yaptım? İflâh olunmaz durumlar… Neyse.
Eşim de arabada bekliyor, aman beklettim onu diye hemen telefon açtım ve “Ben biraz gecikeceğim, düştüm de.” dedim. Ayağa kalkacak gücü de bulamadım, bu arada dizimde de zedelenme ve akan kan varmış, ben onu göremedim bile kolumun acısından. Bir yandan aklım sürekli işliyor “şimdi bu kırıksa ben ne kadar elimi kullanamayacağım, muhtaçlık mı yaşayacağım, ay ben ne yapacağım”.
Birazdan gel demememe karşın, eşim yüzü allak bullak çıka geldi… Onun da düşme derecesini bilemediği ve benim “bekle bir süre, gelemeyeceğim” dememe alışkın olmadığından, endişesi yüzünden okunuyordu “neler oldu ve sonrasında neler olacak” ifadesiyle birlikte. “Hemen Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne gidelim” dedim. Üsküdar’da doğdum, büyüdüm ya ve çocukluğumda da rahat durmadığım için ilk durak orası olurdu. Gerçi çocuklarım büyürken özele götürdüm ve pişmanlıklar yaşadığım için “gerçekten” yaralanmalı durumlarda ilk müdahale adına tek önerim orasıdır. Çok hasta geldiği nedeniyle pratikleri var ve gerekeni yapıyorlar.
Numune’ye gittik, eşim arabayı park edip gelene dek ben işlemlerimi yaptım ve sarı odaya yönlendirildim. Haklarını veriyor ve teşekkür ediyorum buradan, helâl olsun onlara. “Yalnızca kolum kırıldı sanırım” dediğim halde; göz takibi, el ve ayaklarımdan çekerek kuvvet denemeleri, düz yürütme ve benzeri daha bir dolu gözlem muayeneleri yaptılar ve tomografi, röntgen çekimlerine yönlendirdiler. Yaş nedeniyle omurlarımı dahi atlamadılar. Sonuçta omuzda kırık tespit edildi ve bir kez daha, sanırım yakın çekim için röntgene yönlendirildim.
Acil ortopedi doktoru ise çekilen son röntgenden sonra onu inceleyerek bir sürü notlar yazdı ve “Siz biraz dışarıda istirahat edin, uzmanlarıma danışarak ne yapılacağına karar vereceğim.” diye süre istedi. Çıktık bekledik ve sonuç olarak “işlem yapılmayacağına, açıkta ve sıklıkla kontrol edileceğine dair karar aldıklarını, sürece göre müdahaleye karar vereceklerine” dair anlatımda bulundu, bizzat kendi alçı odasına gelerek bir askıyla tutturdu ve alacağımız aparatla ilgili açıklamalarda bulundu. Bu arada benim gibi başka hastalar da vardı ve bir kadın kontrola gel demişler diye gelmiş, doktor “Kontrol için polikliniklere gideceksiniz” dedi kadına. Kadın “Nerede orası?” diye sordu doktora, doktor da “Onu danışmadan ya da güvenlikçiden öğrenin” diye yanıtladı. Kadının, o çirkinleşen suratını asla unutmayacağım… Nasıl bağırıyor doktora “Tarif etsen ölür müsün, sen burada ne işe yarıyorsun?” türü terbiyesiz sözler ve davranışlar. Millet orada acil müdahale bekliyor, o çirkinlik ve terbiyesizlik peşinde. Hatta doktorun eliyle kısa bir tarif verdiğini de söyleyebilirim ilk anda ve kadın anlamadı… Çıkıp kapıdan göstersin gibi şeyler de geveledi. Bu da bir örnek olsun buradan… Yaşanmış, canlı canlı.
Aparatlar alındı, takıldı ve günlerdir göğsüme baskı yapan bir kutuda yaşıyorum… Değil tabi de göğsü bağrı açık gezen bana öyle geldi ve çok darlandım. İkide bir yakasını çekiştiriyorum artık, öyle bir bunalma… Şımarıklık diyorum şu an buna çünkü o ağrı, sancı içinde farkında bile değildim ve kutu içinde olmak iyi geliyor, korunduğumu duyumsuyordum. Çok ilginç bir aparat, iki parçadan oluşuyor… Hem kolu açılı bir şekilde asıyor ve hem de ikinci takılan parçayla kolun sabitlenmesini sağlıyor.
Ertesi günü yine de içimize sinmediği için acaba operasyon gerekir mi diye çek etmek için özele gittik ve oradan da aynı yanıtı aldık. Bizim covid doktoru İmantay bey önerdi ve o olduğu için belki de net yanıt aldık.
Önce bir hafta sonra onbeşer gün aralıklarla röntgenler çekildi, takipler yapıldı ve hep de aynı doktora denk gelmeye çalıştım, o da MHSR’de önüme düştü. Bir tanesinde saatim ilgisini çekti ve bir süre AF’ta yaşadığım için önerildiğinden, düştüğümde sürekli beni uyarmasından falan bahsettim, konuştuk biraz. Son gidişimde beni tanıdı, “Bravo bu kadar kalabalıklar içinde tanıdınız” dedim. “Saatinizle ilgili konuşmuştuk, unutmadım” dedi. “Çivi takılmasına gerek kalmadı” müjdesini de verdi. Benim böyle bir beklenti içinde olduklarından iyi ki haberim yoktu ve aralarda gidişlerimde röntgenlerde o kırıkları gördüğümde zaten çok üzülmüştüm… Bir de bunu bilmiş olsaydım… :’( “Yılbaşından önce gelin de yılbaşında rahat edebilesiniz.” diyerek bir hafta sonrasına randevu önerdi ve ben “ancak onbeş gün sonrasına randevu alabiliyorum” dediğimde, “Öğleden önce kontrol için gelin ve benim adımı verin” dedi. İlk kontrol için de öyle bir uygulama yapmıştık biz, ertesi gün. Olabiliyormuş meğer…
Bu arada kontrol gidişlerimin sonuna doğru ufak hareketler önermişlerdi, onları yapmıştım. Bu son gidişimde de kolumu az da olsa açarak yemek yemeyi önerdi doktor, açma hareketleri yapmamı… Azıcık açmakla laptopun başında yazabileceğimi de keşfettim ve işte buradayım. 😀
Evet! Gerçekten zor ve Allah’ım tez şifa versin, bir daha göstermesin. Çok fazla ağrı kesiciyle ancak dayanabildim ki tümüyle başarılı olamadığı çok günler oldu başlarında. Kolumun simsiyahlığı ancak geçiyor, ufak morluklara bıraktı yerini. Biraz hareket yapınca yine ağrıyor ama o hareketleri yapmak ve ağrısına, acısına katlanmak durumundaymışım.
Alphan ve Neşe ilikli kemik suyu yapıp getirdiler. Normalde içmeyeceğim o çorbaları iyileşeceğim diye içtim ve içiyorum. Alihan’ın önerdiği yerden çok ama çok işime yarayan ve oldukça uyguna o aparatları aldım. Hande iki kez temizlenerek, üstümü değiştirmeme yardım etti. Kenan zaten yemek yaparak yardımcı olurdu… O günden beri tümüyle üstlendi. Hepsine çok teşekkür ediyorum.
Doktorlara, sağlık çalışanlarına ayrıca teşekkürlerimi yineliyorum.
Bakın davranışlar karşılıklıdır. Burada net olarak görülüyor ki benim yaklaşımım, onları da bana öyle davrandırdı. Her keresinde teşekkür ettim. Odaya girince merhabamı eksik etmedim. Odadan çıkarken teşekkür ederek, iyi çalışmalar diledim. Benim canım yanıyor, sarı odada canı yanan bir dolu insan var ve gerçekten onlara yetişmeye çabalıyorlar.
Önümüzdeki hafta bir kontrolüm daha var, yukarıda yazdığım gibi. Umuyorum şu bağlantılar da çıkacak… Haydi bir açık kapı bırakayım, beklenti içine girmeyeyim, “onlar olmadan dolaşacağım günlere az kaldı” diyeyim.
Allah dermansız dert vermesin, hastane kapılarına düşürmesin, onların eksikliğini de göstermesin. Bu da yıllardır yineleyerek ettiğim dualardandır.
İnsanın neresi acıyorsa, canı oradadır. Gerçek!
Aralıklarla yazabildim ve şu an ağrı kesici gerekiyor. Tevekkeli değil aparatlarla dur diyorlar…
Sevgiyle, sağlıcakla kalalım.
2 Comments
Şebnem Ferah’ın “Can Kırıkları” diye şarkısı vardır…
Bu kırık da can yakıyor, anlamında farklılıkla. 😉