Zaman… Hız… Kum Saati…
Zaman ve hız diyeceğim başlarken… Kaldı ki şu sayfanın başına geçene dek dahi bir dolu zaman geçirdim. Hızlı davranayım dedim, benim rutin işler uzattı işi… Odaya geçeceğim, tütsü ve mum yakılacak, müziğim açılacak, yetmedi MacBook’u aç, telefonun şarjı bitmiş onu da fişe tak, fiş ve kablo çantam nerede bul, …, …, … ve en önemlisi beni bu yazıya götüren kum saatini karşına koy.
İki şey, kablo çantam ve kum saatim… Önemli! Kabloları çantada taşımak için bir çanta araştırdım online alışveriş sitelerinde… Baktım bir tanesi hiç kullanılmamış bir kalem çantama çok benzer, hemen onu düzenledim. Kabloların ucunda bükülmesin diye birer spiral var ve de sarınca cırt cırtlı kapama bandı. Her birinin boyutuna göre birer naylon torbası var, işi bitince yerini alıyor. Şimdi telefon, laptop, tablet, saat gibi şarj edilecekler olunca ortalık kablo ve fiş kaynıyor.
Benim bir de kaplumbağa gibi evimi sırtımda taşıma huyum var… İlâçlarım (içilecekler ve yedekler), kablo çantam (piller biterse diye şarj aleti de var içinde), deprem düdüğüm, minik bir fener, her işi görebilecek bir çakı, kâğıt, kalemlerim (kurşun ve tükenmez), kurşun kalemin içi biterse diye yedek iç ve silgisi biterse diye içine konulacak ek silgi, yedek gözlük, su termosu, kolonya, ıslak – kuru mendiller, yara bandı, sigara (Evet! Keşke içmesem.), mini küllük, yiyecek bir şey, sakız, maskeler ve benzerleri diyeyim. Evimi sırtımda taşıyorum, sırt çantası kullanırım genelde. Hayır bunca şeyi bir de şöyle düşünelim, ayakkabımla çantam mutlaka uyumlu olmalı… Kâbus gibi. 😀 Her giysi, ayakkabı, çanta uyumlamamla tüm bunlar hoop öteki çantaya geçiyor. Başıma bir iş daha açtım, saat kordonu ve koruyucusu olayı. Bu akıllı saatlerin koruması var, iyi güzel. Korumaya da bir kordon uydurulur değil mi? E! Onlar takım olunca da giysiye göre değiştirilir, he mi? Giysilere göre de takı seçilir mi? Var bir tuhaflık. Yeni değil, ezelden… Seviyorum, ne edeyim? Kendim için, kimseyi umursamayan bir ben var ve yediden yetmişe böyle geldim, gideceğim… Sanırım, denilen “dik kafalı” hak ediliyor. Hep mi? Evet! Özünde, sözünde öyle. Yapacak bir şey yok! Bilin istedim.
Nereden aklıma düştüyse, kum saatine taktım. Aslında aklıma düşen apaçık ortada da kendime diyemiyorum…Zaman! Zamanın önemi! Önemli ama sevdiğin işleri yaparken geçen zaman da önemsizleşiyor. Bir şekilde zaten akıp gidiyor, keşke hep hoşnut geçse de olamıyor. Hayat! Doğacak diye beklediklerin çoluk çocuk sahibi olmuşlar. Durup düşünüyorsun, “nasıl geçti bu denli hızlı”. Oysa geçmek bilmeyen dakikaları, saatleri de yaşadın, zaman geçmesin, bitmesin diye gözünde yaşlar dualar da ettin sen. Anılar, anılar… Ardı arkası kesilmeyen, film şeridi gibi akan görüntülere kapılıp gidiyor insan. Neler sığdırdık hayatımıza…
Modumu düşürmek istemesem de bunda başarılı olamıyorum çoğu kez. Sessizce içinize sığdırıp, yüklenip, başarmaya çabalayıp, yüzeye çıkabildiyseniz… Sizi gerçekten(!) tanımadan orada görenlerin anlık değerlendirmelerine takılmayın… Kişi en iyi kendini tanır. Ne mutlu size! Hak ettiğinizin bilincinde, kulağınızı tıkayın, tınlamayın. Her kişi düşüncelerinde yaşayacaktır. İyi iyi, kötü kötü. En azından o düşünceleri kadar mutluluğu, huzuru yaşayabilecektir. Herkesin kendi kaderini yaşadığının bilincinde olana dek. Başkalarının mutsuzluğundan kendine mutluluk çıkaranlar, başkaları mutlu olduğunda onunla sevinmeyenler… Aslında, kendilerine yazık ettiğini anlayamayanlar. Yok mu? Bir dolu… Farkındalıkları artana dek, döngüde dolaşıp duracaklar.
Oysa! Zaman dediğin geçip gidiyor… Moduna göre kimi kez hızlı, kimi kez yavaş da gelse, saniyelerin aralığı hep aynı. Göz açıp gidinceye kadar biten ömür diyorlar… Peki bu neyin savaşı? Neden zorlaştırırız hayatı hem kendimize, hem karşımızdakine? “Teşekkür ederim”, “Seni seviyorum” demek bu kadar zor mu? Kim kimden, ne neden üstün? Bunun kararını kim veriyor da değersizlik duygularına yol açıyor? Bir “Günaydın” ya da “Merhaba” demek sizden bir şey götürmez, kazandırır.
“Mütevazı” sözcüğü çoğu kez yanlış yazılıyor, kullanılıyor. “Mütevazı” TDK’da “alçak gönüllü” olarak geçer. “Mütevazi” ise “paralel” demektir. Zorlanıyorsanız “alçak gönüllü” deyiverin. İnsanları yücelteceğim diye “paralel” yapmayın. Diyeceğim o ki “mütevazı” olun. “Erdem”li olmak da çok güzel… TDK’da “İnsanın ruhsal olgunluğu” olarak geçer ki o olgunluğa ulaşabilene ne mutlu.
Özellikle TDK’dan alıntı olarak yazmak istedim. Bu benim alışkanlığım ve seviyorum. Bir konu hakkında yazabilmek için öncelikle doğru yazdığıma güvenmeliyim.
İki gündür zamanla ilgili paylaşmak istedim. Buraya yazdıklarımla ilgisi dahi olmayan konular akıp gidiyordu aklımın içinde… İlk gün daha duygusaldım. Yaşananlar çoğu şeye bakışını değiştirme gücüne sahip. Dün yazacaklarım daha farklı konulara kaymıştı. Bugünse o konulardan tümüyle bağımsız bir yönelime girdi. Hayat duygusallığa yer olmadığını vurguluyor, her ne yaşınızda olursanız olun toparlanıp güçlü durmanızı gerektiriyor.
İnsan hep kendi başına, yanınızda her kim olduğunu iddia ederseniz edin.
Yazmışımdır kesin ama bir daha belirteyim… Bir operasyona girdiğinizde, kendinizlesiniz. İstediğiniz kadar sizin yanınızda gelenler olsun… Sedyede giderken el sallanır ve o odada bir başınasınız. Yaşayacaklarınız sizin çünkü, çekeceğiniz acılarınız da. Kimse sizin yerinize acınızı, ağrınızı çekemez ve insan eti ağırdır derler, çok doğru. Siz karşınızdakine yük olmak istemezsiniz, o sıkıntılarını size aktarmak istemez… Zorlanıyordur, yapılacak işleri vardır, nefes almak istemektedir falan. İşte bunları duyumsamak daha da zor.
Bir cenazeye gittiğinizde, kabul günü gibi görüntülere rast geldiniz mi? Ya da uzun süredir birbirlerini görmeyenlerin buluşma yerine döndüğünü? Hatta telefon numaraları alınır, verilir ve ne demekse “araşalım” denir… Uğultu da cabası. Giden gitmiştir, kalan başının çaresine bakacaktır, gelenlerin de yetişecek yerleri, yapılacak işleri vardır… Hayat, devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerin birinde Twitter’da okudum, Marmaray’da bir genç intihar etmiş diye. Yorumları okudukça içim tuhaf oldu… Hatta Facebook’ta şöyle paylaştım:
**Marmaray’da bir insan intihar etmiş. Millet yorum yazıyor…
Kimi “Neden insanları yolundan ediyor, gidip evinde etseydi, işe güce geç kalınıyor, bir de ondan kalanları temizlemeye mecbur mu birileri.” diyor.
Kimi o diyeni vicdansızlıkla suçluyor “Sen evinde kal, kok, kimsenin haberi olmasın, kınadığında kınan.” diyor.
Kimi üzülenler için “ *Duyar kasma* (Evet! Bu deyiş de dilimize katıldı), ne var öldüyse, o yolu seçmeseydi, ben güçlüyüm, direnirim.” diyor.
Kimi “Dinimizce yasak , rahmet bile dilenmez, cennete gidemez.” diyor.
Kimi “Benim de aklımdan geçiyor. Bir gün ben de” yazıyor.
Derdini sorgulayan da, ona kızan da var.
Marmaray’da bir insan intihar etmiş.
Yorumlar… Yorumlar…
Hayat… Devam ediyor. **
Zamanla ilgili bana ilginç gelen bir durum daha var. Her geçen zamanın sona yaklaştırdığını biliyoruz. Kişiden kişiye göreceli de olsa, her şeye karşın yaşama isteğinin gücü de ortada… Trafik ışıklarının önünde toplanan kalabalığın (eğer kurallara uyuyorlarsa) gözleri, yeşil ne zaman yanacak sabırsızlığındadır… Geriye sayışlar “…, …, üç, iki, bir” aman bitse de geçsek durumundadır. İşte o da hayattan eksilen ve hızla geçmesini istediğimiz zamandır. Hiç aklımıza bile gelmez o anlarda… Arabadaysak da yeşil bir an önce yansın, geçsin zaman, kornalar eşliğinde, kutlar gibi.
“Nereden aklıma düştüyse, kum saatine taktım. Aslında aklıma düşen apaçık ortada da kendime diyemiyorum…Zaman! Zamanın önemi!” yazdım yukarıda… Vikipedi’den de baktım, neymiş bu aklıma düşen kum saati diye:
“16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır; kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi amacıyla da kullanılmıştır. Günümüzde oyun vs. benzeri yerlerde de kullanılmaktadır.” ve daha fazlasını yazıyor, dileyen linke gidebilir.
Ne diyor Vikipedi? Yalnızca zamanı ölçmek değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır”…
Eskiden bir kum saatim vardı, vermiştim. Minicik bir kum saatim oldu yeniden, beş dakikalık. Ara ara bakmak istedim… Hız, akış, bitiş gibi. Gözümün önünde olacak, istediğimde… Dalıp gideceğim akışlarına. İkisini yan yana koydum… Kum saati ve gülümseyen zil. Zaman akıp giderken, zil gülümseyerek izleyecek… “Çınnn”!!!
Sağlıcakla, sevgiyle kalalım.