Kış ortasında yaz güneşi
Öğlen olmadan çıktım yola… İlâç yazdıracağım. Ev sağlık ocağına uzak, taksiye binmem gerek. Durak taksisi çağırmaya çekineniniz var mı? Ya da yoldan geçen taksiye durdururken “Ne tepki verecek?” diye endişe edeniniz? Burası İstanbul… Her çeşitten insan var, her tür davranışı sergileyen olabileceği gibi.
Eve yakın durağa telefon açtım, gideceğim yeri söyledim ki taksici sorun çıkarmasın. Çünkü bir çağırdığımda şoför kızmış ve “Bir daha yürü… Öyle araba falan çağırma burası için.” diye söylenmiş, durağa bildirdiğimde ise “Olur mu hiç? Tabii ki gidecek.” demişlerdi. Önlemimi alıp bu kez durağa “yakın mesafe” dediğimde “Sıradaki taksi geliyor, ona göre(!) ödeme yaparsınız. ” dedi. Ben de “Sürekli sizin taksilerinizi kullanıyorum, hep uzağa gitmek zorunda mıyım?” diye tepki verdim. Duraktaki kibarca(!) “Gönderiyoruz ya!” diye ünlendi. Gelen taksici ise bir karış surat götürdü. Ben inatla kuruşu kuruşuna ödeme yaptım (ona göre(!) ödeme yapmak, tutarın fazlasını ödemekmiş). İnince şoförün bir kalkışı var, aman Allah… Kapıyı kapatırken ben, kolumu götürecekti.
Yağmurlu havalarda yok olan bu grup, güneşli havalarda ortaya çıkar ve istemeseniz de selektör yakar, önünüzde durur… Gideceğiniz yeri söyleyince taksiden indireni de var. Bir ramazan günü evime gideceğim, güç belâ taksi bulup durduruyorum, gideceğim yeri söylediğimde basıp gidiyorlar. Bu nedenle biraz ileride duran polislerin yanına gidip yardım istedim. Onlar da bir taksi durdurup beni bindirdiler… Şoför eve gidene dek söylendi durdu.
Başlık “Kış ortasında yaz güneşi” ama biz daha güneşe gelemedik bile. Daha önce değinmiştim İstanbul’da bir yere ulaşmak için çaba göstermek gerekir diye. Ben de ilâcımı aldıktan sonra, biraz yürüyerek, bir araca binerek ve yine yürüyerek amaca vardım. Salacak!
Karşımda Sultanahmet Câmii, Ayasofya, Topkapı Sarayı, …, Galata Kulesi ve ötesine dek uzanan müthiş bir manzara. Aralarına Kız Kulesi’ni almışlar… Benim kulem. Çocukluğumdan beridir “İçini kitap doldursunlar, bir de müzik ve sistemi koysunlar, beni unutsunlar.” dediğim.
Bir çay bahçesindeyim… Tek sıkıntı denizle aramızdaki yapay yoldan geçen arabalar. Deniz kıyısında masası olan, uzun soluklu oturulabilecek bir yer yok.
Olsun buna da şükür.
İlk geldiğimde bir kaç masa doluydu… Şu an tümü doldu. Arkadaşını alan gelmiş, yavuklusunu da. İnsanlar geçiyor bir dolu… Vızır vızır işleyen arabalar gibi. Şubat ayındayız ama güneş sıcacık. Üstüme vuran güneşin sıcaklığı, ortamın sıcaklığına karışıyor… Mutlu mesut oturuyorum. Ancak kış güneşine aldanmamak gerek deyişinde olduğu gibi ara ara esen rüzgar ve güneşin erişemediği yerlerde hava “ısırıyor”… Öylesi.
Ara ara manzaraya bakarak, ara ara yazarak oturuyorum. Artık güneş “Gideceğim, az kaldı.” dercesine batıya ulaşma çabalarında… Her doğan için bir son var. Güneşse hiç üşenmeden” bize göre” her gün doğuyor ve batıyor. Aslında ne her gün doğduğu, ne de her gün battığı var… Biz dönüp duruyor, onu göremiyoruz… Bazı kez mantığı bir yere bırakıp , önümüzü görmediğimiz gibi. Her dönüş bir gün… Nefes sayılarının azaldığı… Ayrımında mıyız? Hiç oturup da düşünmüşlüğümüz var mıdır? Hep dilimizdedir… Zihnimizle, yüreğimize yolu uzun mudur ki çoğu kez ulaşamaz. Empati! Ne denli uzaklardasındır sen… Hep ben, hep ben… Haklıyım. Soğuğun hissedildiği bir güneşe dönüştü, an. Var ama görüntüde… İşlemiyor ne bedene, ne yüreğe… Yaşamındakilerin bile çoğu kez olduğu gibi. Salacak’ım, Kız Kule’m, Üsküdar’ım… Bugünlük hoşça kal. Uzak değiliz, hem yürekte ve hem de aralıkta. Sevgiyle kalın.