
Üsküdar’ım ve bir attar (aktar) dükkânı…
Öyle aralarda uğrar oldum ki buraya, her keresinde bu sözcüklerle başlamak üzücü. Oysa başlarken bir dolu vaatler vermiştim blogcuğuma ve kendime de söz… Olduramadım. Bugün dedim bir köşede bekliyor beni, sessiz sedasız… Gidip gönlünü alayım ve buradayım.
Benim için kullandığım, dünyadaki her şeyin ne olursa olsun bir değeri var ve onların hepsi “var”… Bu bir toz zerresi dahi olsa. Bloğum da öyle ve o da “var” benim için. Kabul edişim budur. Bilimde “olasılık” diye bir söz varsa, ben de bunu kullanma hakkımı bu şekilde dillendiriyorum. Bilim insanı olmadığımdan detaylarla ilgilenmem, benim için bu. 😉
Ne zamandır almak istediğim bir kitap vardı, son online siparişlerime ekledim. Gecenin bir saati verdim, Amazon müthiş… Öğlene doğru elimdeydi ve hemen okumaya başladım. Kitabın adı “Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı”. Benim için önemli çünkü Üsküdar’da doğdum, büyüdüm… Doğduğum, çocukluğum, doyduğum yerim… Köyüm benim. Millet memleketine gider hasret giderir, benim hasret giderme yerim Üsküdar’ım. Gülfem Camisi, Gülfem Yokuşu, Hakimiyeti Milliye Caddesi, Doğancılar, Ayazma, Salacak, Şemsipaşa Camisi ve kütüphanesi, Kız Kule’m ve cümlesi… Derim ya ben Beşiktaş’tan Üsküdar’a motorla gelirken, motorun en önünde kolları açık İstanbul’u, Üsküdar’ı kucaklayan birini görürseniz o benimdir… Öylesi.
Aktar dükkânı önce evden almam için gönderildiğim yerdi, sonra sürekli gittiğim, danıştığım bir yere dönüştü. Kendine has kokusu olan, camekân ve raflarında küçük şişelerde gizemli şeylerin olduğu bir yerdi benim için. Üstü cam tezgâhtaki teraziye de bayılırdım. O gramajlar alınır, koyulur ve denge tutturulur, princi pırıl pırıl parlar. Aldığın şeyi neden aldığın, kullanmayı bilip bilmediğin sorulur ve tarif edilirdi. Sonradan orada tarif eden amcanın oğlunun ilkokulda aynı sınıfa giden, farklı şubede iki öğrenci olduğumuzu öğrendim ama çook sonra. Çalışkan, sessiz bir çocuktu.
Bir gün elimin üstünde sivilce gibi bir şey çıktı, aktara gittim, amca bana gök mavisi bir şey verdi, üstüne bağlamamı söyledi. Gerisini dinlememişim ki onu bağlayıp bıraktım. Evdekiler farkına vardığında çok geçti, kemiğe kadar oyulmuş koyduğum yer. O sivilce ya da neyse demek beni irite etmiş, sanırım ilgilenecek kişi de bulamamışım, kendi başımın çaresine bakmışım. Sonra cilt kendini yeniledi ve izi bile kalmadı ama epey bir patırtıya neden olmuştu. Tabii o verilen göktaşı denilen şeydi. Amca ellerini gözüne sürme demişti. O kadarına dikkat etmişim en azından işte. 🙂
Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı kitabını Ahmed Yüksel Özemre yazmış… O da bir Üsküdar çocuğu ama yaşça benden çok büyük. Dolayısıyla benden daha eski zamanları görmüş ki onun ailesi de eskilerinden. Babamsa tâyin olup gelenlerden. Bu nedenle anlatımında aile ve de ailesinin bağlantıları nedeniyle çok eskilere dek gitmiş kitapta. Attar dükkânının detaylarını, bizzat orada uzun süreli bulunduğu için en incesine dek anlatmış. Yalnızca bir dükkân olmadığı, has bir toplantı merkezi olduğuna vardım. Tevekkeli değil gidiş gelişlerimde ille de birkaç oturan görürdüm. Tabii benim gidişlerim çok daha sonraları. Öyle de olsa yine değerli kişilerin olduğunu öğrenmek beni memnun etti. Eskiye dair bir mutluluk bu çünkü oranın havasını, bana verdiği enerjiyi seviyordum.
Doğduğum ev, Gülfem Yokuşu’nda, büyüdüğüm ev Aziz Mahmut Efendi Sokak’ta, evlendim Doğancılar ve bu çerçevede çocuklarım da orada doğdu, büyüdü. Sonra yine çok uzaklaşamadım, ille de Üsküdar, Salacak. Bana bir simit verin, yanına da bir çay, Kız Kulesi’ne doğru denize ayaklarımı sallayarak oturayım. Dünyanın en güzel yiyecek ve içeceği, dünyanın en güzel manzarası.
Hele kitapla doldurun Kız Kulesi’ni, bir müzik seti verin (şimdi yerini neler aldı ama ben eskiyim 🙂 ), tabii yiyecek içecek de ve beni unutun… Orada yaşarım. Bunu ben okumayı öğrendiğimden beri istiyor ve söylüyorum. Ay çıktı mı, dolunay oldu mu, denize vurdu mu… Daha hayattan ne istenir? Şu yaşımdayım, bu hayâl ve isteğim bir milim bile yerinden oynamadı. Ay benim için Aşk. Şimdi uygulamalarla gezegenleri de istediğim yerde konuk edebiliyorum, bu da büyük bir keyif. Her insanın bir tutkusu vardır. Benim tutkum da bu tür işte.
Aktar evimize çok yakındı. Bir sokak geçtin mi caddeye varırdın ve kitapta çok güzel yer anlatımı da var. Alptekin’in adını geçirmiş, pastaneydi ve aynı hizadaydı. Okurken çocukluğumu da yaşadım, o günlerime gittim. Aziz Mahmut Hüdai Camisi sokağımızdaydı ve ben anlatmışımdır, sınavdan önce gidip dua ederdim. Sonraları üzgünüm ki ticarethane etkisi verdi bana. Hele gelenler… O bir zat ama sen Allah’tan isteyeceksin. Bunun unutulmuş olduğu davranışlar gördüm, dağıtılan lokumlar, Hazire’ye yüz sürmeler falan. Kimi insanlar hakikat dışına kaymaya ne de meyilli diye düşünmeden edilemiyor.
Bir ara vererek, benim o hızlı ve yazılanın içine girdiğim okumamla kitabı bitirdim. Kendimden de buldum, kabul edemediklerimden de. Mustafa Düzgünman zaten genelde aldığım kişi, arkadaşımın babası ile sona varış, arkadaşımın durumlarına dek vardım. Hayat ne olacağı, nelerin sürdürülebileceği bilmeyen bir yol. Bizler içinde birer yolcuyuz. Seçimimiz mi, seçtirilişimiz mi bunu dahi bilemiyoruz… Bence tabii.
Üsküdar’da bu kadar çok dergâhların olduğunu bilmiyordum, öğrendim. Bu tür yaklaşımım ise dua etmekle bağdaşır benim. Biat bende yok. Aziz Mahmut Efendi Pîrîm benim derim, hepsi bu. Çocukları da sünnet olduklarında ilk oraya sonra Eyüp Sultan’a götürdüm. Hatta Göbek adları bile Hüdâi Hazretler’inden. Buna karşın ben yalnızca Allah’ımın yolunda olan bir kulum. Başkasına aklımı erdirmedim, erdirmem. Bu da benim düşüncemdir.
Kitabı okurken TDK sözlüğe çokça başvurdum. Kimi yerlerde anlamla bütünleştirerek gittim. Beni çocukluğuma götürmesi haz verdi. Oralarda gezindim durdum.
Kendi diyeceğimi dedim ve ben tür Üsküdar ya da eskiye gitme tutkusu olanların okuyabileceği bir kitap.
Her zaman kendi gerçeğimi söylemeyi seçen bir yapım var. Bunun doğruluğuna inandığım için herkesi öyle olur sanırdım. Sanmakla gerçeği görmek farklı şeyler öyle değil mi? Öğreniyorsun… Geç de olsa. İnsan çeşitliliği yalnızca görselde olmuyor, bunun bir de davranışsal ve ruhsal yönü var. Hayat her şeyi öğretiyor. Neye mi dayanıyor?
Zaman… Sadece biraz zaman.
Kalın sağlıcakla, hoşça.