Karmaşıklık…
*fotoğraf, tasarlayarak benim yaptığım ışıklı panom ve üzerindeki süsler de yine kendi emeğimden oluşan miyuki aksesuarlarımdan oluşmaktadır*
Aynen böyle duyumsuyorum.
Sabah kalktım, rutin kahvaltı ve ilaç içimleri… Olmazsa olmazım Türk Kahvemi yaptım, fincan elimde bakındım… İçime ve çevreme. Aldım kahvemi çalışma odama geçtim, laptopu açtım… Yazacağım.
Şu an yazarken laptopun sağ üst köşesinde
“İpuçları : FaceTime’da ızgara görünümünü kullanmayı öğrenin.” yazısı çıktı. Hele bakın bir kafa yorma işi daha… Nereye yetişeceğim? “İlgilenme!” Evet! Ya ben öğrenmeyi isteyen biriysem… Bakacağım kesindir ve bir ek daha olacak bana. Baktım da hemen, bana gerekmez. Yine de aklıma bir nokta eklendi, gerektiğinde kullanırsın diye.
Dün bir üniversite arkadaşımdan WhatsUpp görüntüsü iletildi “1940 – 1960 arası doğanların değerini bilin” anlamında. Biz bu aralıktayız ya, benim hoşuma gidecek… Gerçi bana bu ileti epey önce de gelmişti ama o an bakıp geçmiştim. Dün gece bakmadım, gördüm… Nerelere gittim geldim. Arkadaşıma önce uzun uzun yazdım aklıma düşenleri ve sonra sildim. “Döngü!” yazdım özetle.
Gönderide karikatürize edilmiş yaşlı iki cins ve bir dolu çektiklerimiz, yaşadıklarımız anlatılmış, övgüler dizilmiş. Nasıl ki biz bir önceki nesil için empati yapamadıysak, kendi boğuşmalarımızla yoğrulmuşsak, şu an bir sonraki nesil aynı durumda. Hatta ben geriye dönüp bakınca bir sonraki, daha sonraki nesiller adına üzüntü bile duydum. İyi kötü bir şeyler “yaşadık”… Onlar yaşama fırsatı bile bulamayacaklar, bir durulamayacaklar gibi geldi bana.
Herkes yaşadığını bilir. Bizler kendi harçlıklarımız peşinde koştuk, okurken. Bizler evlendiğimizde elimizdekilerle yetindik. Sonrasında farklı durumlar oluştu, olanaklar çerçevesinde. Her dönemde yıkıcı bir etki olmadığını kim iddia edebilir? Yaşamın kendi, her nefeste değişik bir olguyla karşına gelebiliyor. Arkana yaslanıp, tamam her şey yolunda denemeyebiliniyor. Sana oluyor, bir yakının için tersliklere üzülebiliyorsun. Hep bir sonrayı düşünme, hep bir koşuşturma, hep bir karmaşa… Karmaşıklık!
Bazen düşünüyorum, ailemiz bizler için de aynı duyguları yaşadılar mı? Yaşadılar da bize duyurmadılar mı? Biz de mi öyleyiz şu an çocuklarımız için? Onlar da bize karşı böyle duygular içindeler mi?
Kendi başına her şeye yetişmek için öyle bir çabalıyorsun ki geçen zamanı algılayamıyorsun bile… Elinden geldiğince, olanaklar içinde doğal olarak bu koşturmaca. Kader, şans diye bir olgu var ve ben buna sonsuz inanıyorum… Gördüm, yaşadım. Sonrasında kendine bir düzen oturtuyorsun, emekli olup kendine ait olacaksın. Hayaller ve gerçekler yapışıyor üstüne. Bizde bu oluyor mu? Oluyor mu ???
Geçenlerde bir olay yaşadım. Şimdi, benim ortaokula giderken yaşadığım bir anım var ve bu içime işlemiş, anlatırım ara ara ya da anımsarım. Torunlarımla, ailecek yemek yerken bunu dile getirdim… Anlattım. Oğlum “Aman anne hep anlatıyorsun.” dedi. Ben de “Keşke babaannemi daha bir can kulağıyla dinleseydim ve hatta not alsaydım anlattıklarını, şu an daha mutlu olurdum. Onlar da dinleyecekler ve akıllarının bir köşesine yazacaklar.” dedim. Oğlum küçük kızına “Anlat bakalım ne anladın?” diye sordu. Can torunum satırı satırına anlattı. Oğlum şaşkın, ben mutlu oldum. O an “Ben bunu anı, düşüncelerim, dilediğimi yazdığım blogumda da yazacağımı” söyledim. Burası benim alanım… Dilediğimi yazarım… İsteyen okur, istemeyen okumaz geçer. Bu konuda düşünceleri beni bağlamaz.
Üsküdar Kız Lisesi’nde üç yıl ortaokulu, üç yıl liseyi okudum. Evimiz Üsküdar’da, iskeleye yürüyorum, Allah’tan yakın, sonra tramvay ya da otobüsle Fıstıkağacı’na gidiyorum. Okulumuz bir ara bize özel tramvay ayarladı. Okuldan çıkınca, durakta bekleyen tramvayımıza biniyoruz, bence müthiş eğlenceli, özgürlük… Sonuçta ben ilkokulu yeni bitirmiş bir bireyim ve okula da küçük başladığım için varın yaşımı siz hesaplayın. 🙂
Duraktan okuluma giderken bir pastane açıldı “Bahar Pastanesi”. Vitrinde bir pasta duruyor… Durmuyor bana göz kırpıyor. Her geçişte bakıyorum, orada… Bekliyor beni. Kare bir pasta ve üzerinde çikolatadan bir fare oturuyor, saf çikolata. Babam harçlık veriyor, bir ay bununla idare edeceksin… Yemek, yol parası, dilediğini al… Alabilirsen. İçimden sürekli hesaplamalar yapıyorum, olmuyor, olmuyor.
Oturdum kâğıda döktüm, yol parasını nasıl ayırırım… Fıstıkağacı’na çıkan yol yokuş, giderken bu göze alınmaz, okula yorgun gitmek var ama dönüşte yokuş aşağı yürürsem hem kolay, yorucu olmaz ve hem de okula geç kalma durumda kalmam. İşlem tamam!
Pastaneye mutlu, mesut girdim, pastamı söyledim, limonata söyledim mi onu bilemiyorum, bir güzel yalana yalana pastamı yedim. Ardından kaç gün eve dönerken yürüdüysem, yorulunca aklıma pastayı getirdim “Ama ben o pastayı yedim.”… Şu an pasta gözümün önünde öyle canlı ki ve sonrasında yediğim hiçbir pasta öyle lezzetli olamadı.
Anlattığım buydu, aklıma kazınan ve sonrasında bana yol gösteren, örnek olan. Babamın o yaşta bize öğrettiği, kazanılan edinim. Bence bu!
Yıllar geçti, evliyim… Yirmili yaşların başında. Üniversite üçüncü sınıftayım ve çalışıyorum. Maaşlarımızı alınca zarflara ayırıyorum “elektrik parası, su parası, aidat, yemek, .., ..,” gibi ki fatura geldiğinde zorlanmadan ödeyeceğiz. Kalan parayı da o zamanlar Doğancılar’da oturuyoruz, yol parası ve istediğimizi alma gibi gereksinimler için bölüşüyoruz. Ben giyimime, süsüme ezelden beridir düşkün biri olarak gittim ayın başında kendime bir şeyler aldım, harcadım. 🙂 Eve dönerken dolmuşa binmiyor, iskeleden yokuşu yürüyerek çıkıyorum. Eve gelince eşim “Neden geç kalıyorsun?” diye sordu. Harçlığımla giysi aldığımı ve bu nedenle yürüyerek geldiğimi söyleyince “O kadar zarf dolu para var. Neden oradan almadın?” dedi. “Hayır! O para bana ait değil, o masraflarımız için, ben paramı harcadım, böyle yapmalıyım.” dedim. Bakakaldı!
Yaşadığım sürece uygulayacağım hareket, ortaokula giderken bir pastayla şekillendi. 🙂
İşte insanın yaşı ilerledikçe, yaptıkları anlamlanıyor… Bu durum iki şekilde kullanılabilir… Kendine acırsın ya da kendini örnek alarak yolunu şekillendirirsin. Karakter oluşumu mu yoksa karakter zaten var olan bir durum da sen ona göre mi şekillendiriyorsun? Münazara – tartışma konusu…
Gülümseyerek bakıyorum Fatoş’uma… Onu çok seviyorum, kucaklıyorum. Kendine yeten, olayları kafasına göre çözümleyen, bildiğini okuyan, her konuda dik duran, dört kızın en küçüğü olarak yok sayılmama, istenmeme durumlarında dahi geri adım atmadan varlığını savunan küçüğüm… Cansın, var olma sebebimsin. Ortama uyacağım diye ona buna hoş görünüp, arkasından konuşmayan, “dobra” lâkaplı dokuz köyden kovulanım benim.
Bugün böyle başladı günüm… Bir gönderi nerelere getirdi… Yaşamam, anmam gerekiyormuş ve de kayda geçirmem. Sayfa benim… 🙂
Bu arada bir önceki yazımda anlattığım, Arçelik şarjlı süpürge onarımı ile olan sorunumu Twitter’dan etiketleyip yazdığım #ArçelikDestek sosyal medya sorumlusu arkadaşın desteğiyle “paramı olduğu gibi, makinemi onarımsız” iade aldım. Bir tek filtreyi atmışlar, o yoktu. Twitter’dan ettim, buradan onlara teşekkürlerimi yineliyorum. Evet! Çok uğraştım ama çözümlendi. İndirimde yeni bir Arçelik Şarjlı Süpürge alarak kendi sorunumu da çözümledim. 😉
Kalın sağlıcakla. Sevgiyle.
2 Comments
Bende sarılıyorum sana çok gü el anlatmışsın.
Sağ olasın. Nasıl aklıma yazıldıysa satırı satırına, bugün o gün gibi. Ben de sarılıyorum sana.