
Kaplumbağadan, hayat yürüyüşüne…
Deprem gerçeği yıllardır bildiğim ve aklımda olan ama hiçbir yapıcı çözüme ulaşılamadığını düşündüğüm bir olgu. “Ne yapılabilir, kim destek olacak?” diye bekledik yıllardır… Öylece bekledik hepimiz. Şimdi bir sarsıntıyla ayaklar yere değdi de, bir aralık verince yine havalanmaya hazır. En kolay yapılabilirlik unutmak, unutturmak. Bu kadar gerçeklerden kaçıyoruz, anlayıp peşine düşmek ve sorunu çözümlemek yerine.
Tek kerede mi kırılacak, tetikleme mi olacak? Kardeşim; ne şekilde olursa olsun, yıkıcı olacak. Biz hâlâ zihin rahatlatmaları peşindeyiz. O ise işini yapmak üzere hazırda bekliyor. Üç gün önce beş gün sonra, ay ya da yıl… Ne farkedecek? Biz yine öylece bekliyor olduktan sonra…
Dün dışarıdaydım, koşturan insanlara baktım… Öyle kalabalık ki her yer. Aklımdan diyorum, “herkes birbiriyle helâlleşsin”. Kuşkusuz bir an sonra ne olacağını bilemeyiz ama böyle konuşula konuşula, bile bile beklemek sinir falan bırakmıyor insanda.
Aslında farklı şeyler geçiyordu içimden yazmak istediklerimle ilgili, akıl öyle yazmış ki ilk olarak bunlara yöneliyor. Yine de ben; benden geriye kalsın, belki biri denk gelir okur diye yazmalarıma devam… Uçuk kaçık, delice, ağır başlı, …, …, ne denk gelirse o an aklıma… Öyle!
Tam burada içime basan sıkıntılar, evden kendimi dışarıya atmamla sonuçlandı. Bir dolanayım dedim, bina bahçesinde. Şu an ertesi gün ve yazmaya devam…
İndim aşağıya, hava rüzgârlı ve güneş olmayan yerler serin. Güneşli tarafa, çocuk açık havuzu tarafına yöneldim… Rüzgâr almıyor, güneşli ve üşütmüyor. Sessizlikte öylece yürüdüm. Sessizliğin nedeni kulağımda müzik dinlemek üzere taktığım, müzik açmayı unuttuğum kulaklıklar. Yoksa şehrin göbeğinde ne sessizliği olacak?
Tam ortada durdum ve arkadaşım da yanımda olsa iki çift lâf ederdik, onun hoşuna gider buralar, bilirim falan diyorum kendi kendime. Bir baktım ileride ağır ağır yol alan biri var… Bu bir kaplumbağa. Yaşı da vardır belki ben kadar, al sana arkadaş diyerek o tarafa yöneldim. Yanına vardığımda hiç durumunu bozmadı ve öylece durdu. Ben de bol bol görüntüledim tabii.
Biraz sonra çalıların arasına girmek istedi, yol açamadı ve kenarından dolaşmaya karar verdi, ben de peşine takıldım. Öyle yavaş yavaş değil, hızlı da gidiyor. Öylece izlerken, kenarlardan bir kedi çıktı, yanına gitti ve pati atıyor kaplişe. Pist desen de duymazdan geliyor. Neyse biraz uzaklaştırdım da yanlarına gidemiyorum. Öteki taraftan dolanıp yakaladım bunları ve kedi hiç vazgeçmiyor hareketinden, alt tarafı göremiyorum da. Bir şekilde kediyi kendi tarafıma çekmeyi başardım, kaplişi göremedim artık, ne yaptı bilmiyorum.
Bu kez kedi benimle uğraştı biraz ve üzüldüm “keşke yanımda mama olsaydı” diye. Biraz uzakta bir tane daha gördüm çünkü ve karar aldım, ben mama alıp ineyim yanlarına diye.
Doğaya baktım, görmek ve dinlemek için… Olduğunca artık. Canlanıyor doğa, yine de arada kuş cıvıltıları duyulabiliyor. Bol bol görüntüledim, sonrasında bakmak bir iç ferahlığı oluyor. Biraz yükseğe çıkınca da çevreyi gözledim. Her ses, her biçim ev mevcut, inşaatlar da. E-5’e yakın ya ev, trafik uğultusu da geliyor. İki tane cankurtaran sireni durmaksızın çalmakta, trafik daha öğleni az geçmiş olmasına karşın yoğun. “Allah şifa versin” diyerek, az ötede sağ taraftaki hastane, avm inşaatına döndürüyorum bakışlarımı… Orada da hummalı bir çalışma var. Her türlü hayat devam ediyor, anlayacağınız.
Dünya’mız 4.5 milyar yaşında ve insanlar var olduğundan beri geldiler, gittiler… Nereye? Bu da bilinmezler arasında, kaç insanın gelip gittiği de. Google’da aratınca PRB org’un bir verisi var ama o da tahmin tabii. Diyor ki “Türümüzün yaklaşık 117 milyar üyesi Dünya’da doğmuştur.”. Bunun için çeşitli açıklamalar, varsayımlar yapılmış.
İnsanlar her konuda araştırma yapmışlar, fikirler öne sürmüşler. Bu kısacık cümle ama yazılanın derinliği çok. O insanlar adamışlar kendilerini bunlar için.
Üç kitap birden okurum derim ya, o günkü durumuma göre seçtiğim. İşte onlardan biri Carl Gustav Jung’un “Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır”. Jung rüyaların, sembollerin, mitlerin izinde ruh çözümlemesi yapmak istemiş. Belki yapısı da yatkın olduğu için çok farklı dönemler geçirmiş. Freud’la arasının açılmasına kadar varan durumlar oluşmuş. Ne uğruna? İnsanlığa katkı koymak uğruna. Kitabın bir yerinde “Bugünün insanı eski çağlarda yaşayan insanın yapabildiği içgüdü – bilinçli zihin bütünleşmesini sağlayamamaktadır.” yazıyor. Bunu “ruhumuzun kaybolması”na bağlamışlar. Uzun lâfın kısası “öz” kaybolmamalı… İnsan özünü kaybetmeyecek. Öz, hem bilinci hem de bilinçdışını çevreleyen çemberdir. “Denge”nin önemi de vurgulanmış, “kişi kendini bilinç ve bilinçdışı arasında bir yerde dengeye getirebilir” diyor ve ekliyor “Bu yer *öz*dür.”.
Jung çabalamış, çırpınmış ve hâlden hâle girmiş, bir katkı sunmak adına. Bizse bakıp geçtiğimiz, görmediğimiz gibi “öz” nedir diye, dengede durmak da neyin nesi diye bırakın okumayı, bir kez olup düşünmüyoruz bile.
Okuduğum bir kitap da Don Miguel Ruiz’in “Dört Anlaşma” kitabı. Bu kitap bitti ve aynı yazarın “Beşinci Anlaşma” kitabına başlayacağım. Dört Anlaşma’da da “Sonsuzluğun ötesi içinizdedir” yazmakta, her bölüm başında. Bu kitapta da “Dikkatinizi geleceğe değil, bugüne yöneltin. An’da yaşayın. Her günün hakkını vererek yaşayın.” diyor ve verdiği anlaşmalar için “Bu anlaşmalara uymak için yapabileceğinizin en iyisini yapın.” öğüdünü ekliyor.
“Biz hâlâ çocuğuz ama özgürlüğümüzü yitirmiş bir çocuğuz. Aradığımız özgürlük, kendimiz olma özgürlüğü, kendimizi ifade edebilme özgürlüğüdür.”. ”Gerçek siz, hiç büyümemiş olan içinizdeki o küçük çocuktur.”. Bunlar da kitaptan alıntı cümleler. Yargıç, kurban, savaşçıya da değinilmiş… Kim bunlar? Hepsi şekillendirdiğimiz biz, seçim yollarımız. Bu kitapta “ölümün inisiyasyonu” diye bir uygulama olduğunu da öğrendim.
Ben çok okurum. Böylece öğrendiklerimden uygun ve akla yatkın olanları bulur ve kayda alırım, aklımın bir köşesine. Bu benim seçimlerim ve aklıma yatkınlığımdır tabii. Her insan farklı anlamlar bulabilir, farklı yerlere gidebilir. Bu çok doğal… Bu anlamları çıkarabilmek, anlamlı bir hayat sürebilmek için okumak, okumak, okumak gerek.
Bilim veya ilim… Asla uzak durmamalı ve aklımızın erdiği, algılayabildiğimizce bu alanda da öğrenmeyi sürdürmeliyiz. Hayata geliş amacı kişiye göre değişir. Hayatı dolu dolu yaşamak da öyle. Ancak denge diye bir olgu var ve bunları dengede tutabilmek de bir insanın yapacağı en doğru harekettir.
Kaplumbağanın yanından, Jung ve Miguel Ruiz’in yanına gelen bir ben de var bu Dünya’da. Hepimiz gelip geçiyoruz işte… Herkes kendi yürüyüş yolunda. Ne bir eksik, ne bir fazla… Olduğu gibi.
Sağlıcakla, sevgiyle, hoşça kalın.