
Anılar… Gün geçtikçe çokça canlanmadalar.
Hep aklımda, iki gündür yazmayı ummakta ve ancak şu anda yazabilmekte olduğum, beni gülümseten sonu iyi bitmiş anılarımdan bir ikisi yalnızca…
Yazıya bu satırlarla başladım ama aklımın içinde “Kaç tane kaldık?” yankılanmaları sürmekte. Ne olarak mı? “İnsan”. Tabii öyle düşünülenler de içlerinde ayrışır ya. Güncel olayları takip buraya getiriyor ve ben bunu şimdi aklımda bir kutuya kaldırıp, sonraya erteliyorum.
Biraz eğlenelim…
Ortaokula gidiyorum, ikinci sınıftayım. Okulumuza ek bina yapılıyor, ana bina yatılıların yatakhanesi, yemekhane, beden salonu, laboratuvar olarak kullanılıyor ve biz barakalarda ders görüyoruz. Resim dersi bilirsiniz eğlence dersi diye görülür ve gereken önem verilmez. Oysa seçeceğin mesleğe ilişkin ne de önemlidir ama o zamanlar bunun bilincinde değildim. Resim dersi varsa kâğıt, kalem ve gereçler son anda, gece çanta hazırlanırken aklıma gelir ve evde ne varsa çantaya atardım. Öncelikli olanlar; varsa yazılı ya da sözlü o dersler olur, çalışılır, ödevler yapılırdı tarafımca.
Bir gece yine çanta hazırlarken baktım ertesi günü resim dersi de var ama temiz resim kâğıdım yok ve resim yaptığım kâğıtlardan birini attım çantaya, arkasını çevireceğim, boş gibi görünecek ve derste çizer gibi yapıp sonra temiz kâğıda geçireceğim ki not alabileyim. Gerçekten ertesi gün iki sınavımız vardı ve hep “günü geldiğinde” çalışanlar bilir durumları.
Neyse biz o sınavlara girdik çıktık, artık dinleneceğiz, resim dersi geldi sonunda. Öğretmenin kontrolünden de sıranın duvar ucunda olduğum için geçtim, boş kâğıt olayını. Yanımda ileride avukat olacak arkadaşımla biz keyifliyiz, sohbet durumları için. 😉 Öğretmen bir konu verdi, duymadık çünkü aklımız orada değil. Tabii biz ders boyu biriktirdiklerimizi paylaştık, fısır fısır. İlk ders bitti, teneffüs zili çaldı ve biz bahçeye çıkıp soluklanmak üzere ayağa kalktık, çok yorulmuştuk ya paylaşımlardan, nefes alacağız.
Öğretmenimiz, masasının önünden geçerken bizi durdurdu ve yaptığımız resimleri görmek istedi, ancak öyle dışarı çıkabileceğimizi söyledi. Kalakaldık ve önüne resim çizilmiş arkası boş, tek çiziksiz kâğıdı götürdüm. Açık ve net bir şekilde evirdi, çevirdi ama tek söz söylemedi bu konuda. Yalnızca “Şimdi oturun yerinize, konuyla ilgili resminizi çizin, arada bana gösterin.” dedi. Biz tabii boş boş bakınca da “denizle ilgili bir resim yapın” diyerek, konuyu da verdi.
Teneffüs hayâl, oturduk ne yaparız derdine düştük. Benim içim karardı ya, o hafta bize konuk gelen rahmetli deniz subayı bir amcanın anlatımını yapmaya karar verdim. Onun anlattığı “Dumlupınar Denizaltısı” ile ilgili iç acıtıcı bu öykü, bende kayaya vuran bir gemiye dönüştü ve boğulanlar, yardım isteyenler, deniz yüzeyinde kalmaya çalışanlar falan… O anda içimde yaşadığım fırtınanın dışa vurumu olmuş, şimdi anlıyorum. Geminin adını da “Dumlupınar” koydum.
Öğretmen çağırdı ne yaptığımıza baktı ve bana “Temiz kâğıda geçir, boya ve haftaya getir.” dedi. Tabii ben haftaya gene gece vakti, temiz kâğıda geçirip çizdim ve boyadım ama beyaz boyam yok, bacadan çıkan duman kapkara, açamıyor ve tonlayamıyorum, öylece götürdüm. Öğretmen o dumanı halletmemi söyledi, beyazla dağıttım biraz ve yine götürdüm. “Şimdi bunu şu şu ebatta kartona yapıştır, yarışmaya yollayacağız.” dedi. Meğer Türk Donanma Cemiyeti ortaokul öğrencileri için bir yarışma açmış, canım hocamız bunu anlatmış, biz kendi dünyamızda olduğumuz için duymamışız.
Bir gün kapı çalındı, nefes nefese koşturup gelen mahalleden arkadaşlar “Adını duydun mu?” diyorlar… Ne adı falan dedik? O zamanlar televizyon neyim yok, her şeyimiz radyo. Benim o olaylı resim tüm ülke çapında açılan, ortaokullar arası yarışmada birinci olmuş ve adımı soyadımı radyoda okumuşlar. O günün büyük olayı! 😀
Tabii okulda da tören düzenlendi ve şiltim bana verildi, hâlâ durur. Resim mi? Kimsenin aklına çerçeveletmek, yanına şilti koyup beni yüreklendirmek falan gelmemiş, resmim oradan oraya taşırken yok olmuş, şilt çatlamış. En azından onu sakladım, yapıştırdım, salonda şu an. Oysa resim Galatasaray Lisesi’nde günlerce sergilenmiş ve oraya gitmemiz için dâvet edilmiştik. En azından bunu da gördüm.
Gelelim aynı canım resim öğretmenimle lisedeki (müzik, resim seçmeliydi ve ben artık Güzel Sanatlar hayâli kurmakta olduğum için resim dersini seçmiştim, koroda da olduğum için müzik öğretmenim darılmıştı) anımıza.
Seçmeli ders bile olsa adı resim dersi ve ben yine aynı kafalarda, akıl bir karış yukarıda. Öğretmen orman resmi istedi, boyayıp gideceğiz ve not verecek. Gece oldu yine ve ben bir telâş arandım, neyse temiz kâğıdım var. Kâğıt var, boya eksik. Ne kahverengi ve ne de yeşil boya var. Elimdeki boyalara bakıp bir orman tasarladım, zorunlu. Benim orman karabasan gibi… Omacalar, yaprakları dökülmüş ağaçlar, kuru dallar. Toprak bile kara toprak benzeri. Ağaçlar mor ve tonları… Boyaları birleştirip ancak o tonları çıkarabiliyorum. Yağlı boyaydı, bir de kokuyor diye evde azar yedim tabii. Öyle ayrı oda falan yok, ayrı odayı kim kaybetmiş? O tûfayı da atlattım.
Ertesi günü resim dersi geldi, çattı. Arkadaşlarımın resimlerine bakıyorum, kahverengi gövdeli ve yeşil yapraklı ağaçlar, içim açılıyor. Kendi resmime bakamıyorum, moralim bozuluyor. Herkes numara sırasına göre resmini götürüp notunu alıyor, yerine oturuyor. Sıra bana geldi, gittim resmi masaya koydum, arkam dönük bekliyorum ki ilk tepkiyi görmeyeyim ama ara ara çaktırmadan süzüyorum.
Herkese not verip yerine gönderen öğretmenden ses çıkmıyor. Bir süre sonra resmi eline alıp havaya kaldırdı ve “Herkes buraya baksın.” dedi. Ben içimden “bittim, buraya kadarmış” diye düşüncelerde, kafam öne eğik ardından gelecek sözlere kendimi hazırlıyorum. Öğretmen “İşte orman budur. Hepiniz kahverengi gövde, yeşil yapraklarla dolu ormanlarla geldiniz ama arkadaşınızın bakış açısını yakalayamadınız. Burada derin bir görüş var.” falan gibi sözlerle övüyor da övüyor. O an nasıl olduğumu ve karşıdan nasıl göründüğümü bir görebilseydim keşke. İçimdeki şaşkınlığı biliyorum ama.
Her yaşanan bir ders niteliğinde… O an anlayamadığım ama zamanla içimde ve aklımda, bakış açımda değişimler yapan olaylar bunlar.
Güzel Sanatlar mı?
Üçbin kişinin girdiği resim yarışmasını kazandığım halde, babam orada okutmaz denilerek olmadı.
Hayat!
Bu yaşımda hobilerim ve ben şeklindeyiz.
Kalın sağlıkla, hoşça, sevgiyle.