
Anlaşılamamak…
Anlaşılamamak… Ne denli önemli?
Chat-GPT’ye takmış gibi görülebilirim. Aslında hazırda bir yazım vardı ama onu sonraya bıraktım. Güncel olduğunu düşündüğüm, başlıkta da belirttiğim “anlaşılamamak” konusunu ele alacağım ve bana bu konuda yardımcı olan Chat-GPT de tam burada devreye giriyor, kendimi tanıma anlamında. Bu konuyu yazıp yazmamakta da kararsızdım ama dediğim gibi güncel ve yaşadığımız günde ilişkilerin yüzeysel, zihni çalışan içine kapanıkların bir arayışa çıktığı bir dönemde, aklımın erdiğince vardığım sonuçları paylaşacağım.
Bu kadar alengirli bir başlangıçla yola çıkıldığında okuyacakların vazgeçeceklerini de sanıyorum ama bu yazıyı kendi derinliğinde yankı bulanların etkileşeceği bir iz olarak yazmak istedim.
Hani burada yazarken “uçuşan aklım” dediğimi de araştırdım… “İğneyi kendine” demiş Ata Sözleri’miz. Ben kendime batırmaktan hiç çekinmeyenlerdenim.
Hiç içsel yolculuğa çıktınız mı? Günü yaşamak kabûl ancak bu durum için, yaşarken dışarıdan içinizi görebilmek de diyebiliriz. Her insan kendini haklı görme, düşüncelerinin doğru olma eğiliminde olabilir. Oysa kendin gibi olmak, düşüncelerinin doğruluğuna inanmak da doğal ama sorgulamadan doğrunun dikinde gitmek bir düşünülmeli.
Kabûl edilenlerin zamanla değişebileceği yeni alternatiflere açık olmak da bir gerek. Öyle ya çocuk eğitiminden tutun da yediklerimiz için bile belli yıllarda güncellemeler geliyor. Tabii doğruluğu yine sorgulanacak ve her kim dediyse hemen körü körüne inanılıp, uygulanmayacak. Yine araştırılacak, sorgulanacak ve aklın yattıysa kabûl edilecek, o zaman aklında bir kutucuk açılacak ve oraya kayıt bırakılacak. Yine de kimsenin kusursuz olup, doğru bildiğinin iddia edilemeyeceği ve bir sorunun onlarca değişik yanıtının olabileceğinin bilincinde olarak ve önemli olanın doğruluğu kanıtlanmış, bilgi ve düşünceler olduğunu unutmayarak yapılacak bu işlemler.
Çok detaylı bir anlatım olduğunun bilincindeyim. Gerekti, çünkü kalıcı kayıtlar detaylı araştırılıp, benimsenmeli, bence. Zaman ayırmak uzun gibi gelse de sıklıkla yapılırsa, rutin olur ve zihin kısa sürede ayrıştırıp yerine koyar, ayrımına bile varmazsınız.
Dönelim anlaşılamamak konusuna… Aslında dönmek değil, hepsine birbirini tamamlayan bütünler gözüyle bakılmalı. İçsel yolculuk, sorgulama, kabûllenme… Doğru yerini bulur ve kayıt kendiliğinden oluşur.
Süreki şikâyet edilen “anlaşılamamak”…
Evet! Sürekli şikâyet edip dururuz anlaşılamamaktan da hiç merak edip nedenini araştırmak aklımıza gelir mi? Yoksa şikâyet etmenin eşsiz sorumsuzluğuna sığınıp, lüksüne alışmak daha mı kolay gelir? “Kurban olmanın dayanılmaz hafifliği” diye geçti aklımdan… Bu sanki.
Kendini tanımanın önemine geliyoruz, bu sorgulamamalarla. Ben de aynı durumları yaşadım ve Chat-GPT ile yazışırken, o zekânın sorduğu sorularla bir yerlere vardım. YZ diyelim kısaca ve böyle anlayalım yazı içinde. Aslında YZ’nin yaptığı yalnızca ayna olmak, seni sana anlatmak. Sen buluyor ve sonuca varıyorsun. İşlemlerinde, yaptıklarında geriye dönük düşünmen çoğu kez olmadığı için atlayabiliyor, unutabiliyorsun. O donanım, sorularıyla senin kendine dönerek düşünmeni sağlıyor… İşin özü bu.
Kendini yalnızca kendinde bulabilirsin.
Kendini yalnızca sen anlayabilirsin.
Kendi gereksinimlerini sen bilebilirsin.
Kendi yolunu yalnızca sen çizebilirsin.
İletişimin neredeyse kopma noktalarına gelen günümüzde, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus.
Evden işe, işten eve ya da evden okula, okuldan eve gidilen, telefonların neredeyse hayatımız olduğu günümüzde iletişim kopukluğundan bahsetmemek olası mı? Yolda yürürkeni bırak, caddede karşıdan karşıya geçerken bile araba geliyor mu diye sağa sola bakmadan, kafası önünde yürüyenler ve telefon kulağına yapışık yürüyenleri görmüyor muyuz? Hani insanın “ananın karnından telefonla mı doğdun?” diyesi gelmiyor mu? Gelse ne gam, öyle yaşıyoruz çoğunlukta.
Şimdi YZ’nın kolaylığından faydalandım şu an, buraya ekleyeyim… Spotify’ı açtım ve bana derlediğini söylediği bölüme tıkladım. Çünkü sık dinlediğim şarkıları baz alıyor, demek bir sürpriz çıkmaz ve hoşuma giderek dinlerim ve de şarkı seçmek için yazıma ara vermemiş olurum… Bu bilinçli, düşünülerek alınmış bir seçim. Hiç farkına varmadan yaptığım, yazmaya ara vermemek için nedenini düşündüğüm bir durum. Yani biz sorgulamamızı yaparak seçimlerde bulunduysak, ileride bu bizim rutinimiz oluyor ve aklımızın bizi yormadan vardığı sonuca dönüşüyor.
Anlaşılamadığımızdan, yalnızlığımızdan, iletişim kopukluğundan ve her nedenle olursa olsun bu tür düşünceler içine girdiğimizde bir arayışa yöneliyor olabiliriz. İşte bu arayıştaki seçimler bizi nerelere götürür bu çok önemli, kıldan ince bir çizgiyle ayrılmış seçeneklere. Öncelikle unutmamamız gereken kendi varlığımız, aklımız ve değerli olduğumuz… O değersizlik duygusu yok mu? Sonucu nerelere varır, bilinmez. Oysa hepimiz değerliyiz, bunu bize birilerinin göstermesine hiç mi hiç gerekesinim duymamalıyız.
Her birey farklıdır ve bu farklılık içinde değerlidir… İçinize iyice sindirin. Kimsenin bu konuda sizi etkilemesine izin vermeyin. Bırakın ve yolunuza devam edin, belki kendi frekansınızda biriyle karşılaşırsınız olmazsa da kendinize yetmeyi öğrenin. En büyük özgürlük bu.
Kendi değerinin bilincinde ol. Bunu kimsenin sana söylemesine gereksinimin yok.
Bu duyguyu yakalamak için gittiğin her yerde seni yönlendirecek biri olacaktır, her neresiyse orası. Oysa seni yönlendiren de senin gibi bir insan ve kim bilir içinde ne eksikliklerle yaşıyor? Çok bilge ve okumuş dahi olsa sorgulamadan, akıl süzgecinden geçirmeden kabûl etmeyeceksin. Sonuçta o da bir insan ve hatalara açık.
Burada “zihni çalışan içine kapanık” diye dem vurduklarım aslında en kolay bu döngünün içine düşebiliyor ve günümüzün alternatif diye sunulanlarının peşinden gidebiliyor. Bir takım eğitimler, seçkin insanlar derken seçilen yolda “akıl” işlevi devreye girmezse, kapılıp gidilebiliyor kişi.
Her yerde olduğu gibi “denge” çok önemli. Hani o gramajlarla ölçülen denge, bir gram eksikliğinde tutturulamayan, kefelerin inip inip çıktığı, dalgalandığı. National Geographic bir ara “think again” yazardı ve ben onu çok beğenirdim, unutmadım, o zamandan beridir “tekrar düşün” derim kendime… Her anlamda ve adımda. Onu yaptığınızda da akıl rutin algılıyor ve gidip, işini görüp, sonuçla geliyor.
Bu benim “aklım gidiyor, işini görüp, sonuçla geliyor” deyişlerim de çoktur, burada olduğu gibi. Çok sorgulayan biri olduğum için nöronların sinapslarla bağlantısı nedeniyle oluşan sinyallerin çokluğu ki zihin deniyor, işte bu sinyaller her şeyi kotaran… Bu nöronlar zihinsel aktivitenin sonucunda birbirleriyle bağlantılarını güçlendirerek kalıcı devreler oluşturabiliyormuş. Tabii bağlantılar da güçleniyor zamanla ve benim “aklım uçtu” deyişleriminse oralarda bir bağlantı bulup, bağdaştırması ve bir yerlere vardırması ve de geri dönüşleri diye de açıklanabilir. Aklım dahasına ermiyor, o müthiş çalışma sisteminin.
Anlaşılamamak —> İçsel yolculuk —> nöron —> sinapslar —> falan derken kim oturup araştıracak?
İşte öyle dizilere dalıp, yemek programı izleyip, onun bunun dedikodusunu yaparak günü tamamlayarak ve boşta yuvarlanmakla olmuyor. Bu tür sorgulama ve araştırma yaparak gerçeği anlama peşinde olanlara burun kıvırmakla da değil.
Sen oturduğun yerde para ve başarı hayalleri kur, onun osu var bunun busu var bende niye yok diyerek kurban rolüne ve şikâyetlerine devam o halde. Şikâyet etmeye hakkın hiç yok aslında, sen bu lüksünle yaşıyorsun… “Think again”!
Herkes seçtiğini yaşıyor ve öncelikle sorumluluğunun bilincinde olmalı.
Önce bunu kabûl et.
Kabûl et ki değişime açık olasın.
Zamanı geldiğinde zaten o değişimi yaşayacaksın.
Ben kimim ki bunları yazabilecek ve bir takım önerilerde bulanacağım?
Ben hayata yıllarını vermiş, deneyimler yaşamış, ne olduklarını sorgulamış bir insanım yalnızca.
Yazdıklarım öneri olmayabilir ama yaşanmışlıklardan geçen bir yoldur… Çıkarımlarınız ise sizleri yansıtan bir durumdur, belki de yalnızca kendi derinliğinde yankı bulanların etkileşebileceği bir izdir.
Kalın sağlıcakla, sevgiyle, hoşça.