
Bugün de böyle…
Açtım boş sayfayı bekliyorum… Bir şeyin geleceği yok, yaz estiği gibi diyorum kendime. Zaten ne zaman bir ilham gelecek diye bekledin? Aklına takılanı yazdın geçtin. Hep dediğin gibi burası senin alanın, beklentisiz.
Bir önceki yazıma bakınca arayı açtığımı da görüyorum. Oysa başlangıçta sürekli yazacağıma dair kendime sözüm, öyle bir beklentim vardı açıkçası… Masa üstünde bekleyenlerim de var, tam oturup yazmaya başladığımda vazgeçişlerim de oldu. Bir mekanizma var, bilinmeyenlerde… Devreye girişler yapabiliyor işte. Bu da kanıtlı gerçek, bildiğim.
Hani benim “tütsüyü ve mumu yaktım, Mac’in başına geçtim” deyişlerim nerede? Zaman ilginç işliyor, yaş aldıkça ve gelişim sürdükçe farkettirmeksizin gelen değişimleri görmezden gelseniz de yansımaları belli ediyor kendini. Yazacaklarınız, bakış açınız, konuşmalarınızın yönü ve daha birçok şeyde hissediyorsunuz.
Çıkalım oralardan… da nereye yolculuk? Gündem desen olmuyor…
Bazen insanın içinden hiçbir şey yapmadan, düşünmeden, sıfır şeklinde yaşamak geliyor. Hoş sıfır da aslında olduğu yere göre çok anlam barındırıyor. Orada da tutturamadık.
Nerede perdenin kapanacağını bilmediğimiz, sahne aldığımızdan günümüze düşününce ise, anıların üşüşmesi daha bir çalkantılı… Sevinçler, kederler, ayrımına varamadan geçen günlerle ilerlediğimiz gerçeği. Bu dalışlar kimi kez kahkahalar, kimi kez buruk gülümsemeler, çokça özleyişlere dönüşüveriyor.
Havadan sudan, çiçekten böcekten, kime ne olmuşlardan uzak gidişlerim… Yaşanmışlıklar tarafından kuşatılıveriyor bir anda.
Babaannemin ahretlikleri, annemin telefon rehberi…
“Kızım ahretliğim gitti, bana sıra mı geliyor?”
“Kızım telefon rehberimden bir numarayı daha çizdim.”
Soru ya da belirlemeleri sıraylaymış.
Ahretlik yok bu zamanda, üzeri çizilecek rehberler de… Ben silmiyorum telefonumdan, yaşıyorlar orada.
Gençler telefon, tablet başında diyoruz da bizlerden de becerebilenler aynı durumda, bir bölüm de genç, yaş almış fark etmeksizin televizyonlarda yemek yarışması ya da suçlu yakalama peşinde. Tabii dizileri de unutmamalı. Nasıl zaman geçecek?
Aslında şunu düşünmeli, zamanın nasıl geçtiği mi ne yaparak geçtiği mi önemli?
Oldum olası şu dizi işine alışamadım, izlemem. Bu yaşıma dek izlediğim diziler üç, beş tanedir. Film izlerken önce içeriğine bakarım. Kitap alırken de öyle.
Çocukların dediği “Bu yaşından sonra neye yarayacak?” bilimsel içerikli yazılara da ilgim var…. Öğrenmek benimle yaşayan bir şey ya da yaşamayı sürdürdüğüm amaç. O amacımı hiç yitirmedim. Çok şükür.
Artık dolunay etkisi mi dersiniz ne derseniz deyin, bu içsel bir sunum olarak sürmekte. Dolunayın dişil ve eril etkisi ortaya çıkacak ve yargılamalara düşecekmişiz… Bu durumda bana hep dolunay. Çünkü o yargılamalar hep benimle yaşadı ve yaşar, istemsiz. Çocukluğumuzdan beridir itildiğimiz alan. Atalardan atalara ve bizlere, bizlerden çocuklarımıza göç ve hediye… Bilincinde olsan da ket vuramadığın.
Yürüyüp gidiyoruz işte… Ben, sen, o, bizler.
Başından sonuna ille de dokunan bir noktaya rast gelmişsinizdir. Rast gelmediyseniz de bundan yıllar sonra denk gelirseniz bu yazıya, dokunacak bir yer bulacaksınızdır.
“Bize olmaz”, “O yaşa gelelim, o zaman düşünürüz”den gelinen durumlar ille de var olacaktır… Deneyim konuşuyor.
İstediğimiz an dışarı çıkamıyoruz, motorsal işlevler günden güne gerekli hızda göremiyor işini, aklımızı çalışır kılıyoruz kendimizce, hobi dediğimiz işlerle var olmaya çalışabiliyoruz… Daha neler neler.
Bir ses edeyim dedim… Var olmanın dayanılmaz gücü adına.
Siz yine de bizi es geçmeyin derim… Bizim öğretilerimiz çok donanımlıydı ve eklediğimiz deneyimlerle katlanmış dahi olabilir.
Bir tık ötede yapay zekâ serüveni işlevlerinizi köreltmesin. Çalışan demir, ışıldar.
Bak elimizin altında bizim de ama son olarak baş vurmayı yeğleriz. Önce kendi zekâmıza güvenir, içinden çıkamadığımızda olabilir, düşünerek. Donanım ve kapsam önce sizde olmalı.
Kalın sağlıcakla… Sevgiyle, hoşça.