
Bir Abla
Bir ablam vardı benim, 19 Temmuz 1993’te yeniden doğuşa yol alan… Kırksekiz yıllık Dünya yaşamında çok yollar kateden… Bugün O!
Rahmetli babaanneciğimle çok zaman geçirdim, özellikle çocukluğumda. Birlikte yaşadık biz. Sonrasında O da gelecek sayfalarıma… Çok anılarımın olduğu, çok şeyler öğrendiğim, hepsini can kulağıyla dinlemediğim babaanneciğim… Şimdilerde O’na dönüştüğüm… Neredeyse.
Ben de eskileri anlatır oldum… Gerekliymiş… En azından kendi sağlığım için ve belki de ileride çocuklarım ve torunlarım okursa eğer, onların, geçmişlerine uzanabilmeleri adına. Gözüm görür, elim tutar, aklım çalışırken yazacağım.
Bir ablam vardı benim; çok sevdiğim, ilk naz ettiğim, naz etmeyi bilemeyen benim ayrımına sonradan vardığım…
Dört kız çocuğunun en küçüğüydüm diye başlarım genelde yazılarıma… İşte öyle! Sonradan sekiz yıl sonra gelen bir erkek kardeşe dek. “Oğlan” oldu… “Dört kızın üstüne erkeği buldular” nâraları ile gelen… Bana “Pabucun dama atılacak” sözlerini söyleyenlerin, ayakkabılarımı saklattırdıkları. O küçük yaşımda “Benden beklentileri ne? Şimdi nasıl davranmalıyım?” diye düşündürttükleri. Çünkü gözlem altındaydım, bir şeyler olmasını bekliyorlardı ve ben bilmiyordum “NE” olduğunu.
Ablalarımla yaş farklılığımız, benim hep küçük algılanma durumlarım, büyüklerin empati yoksunluğu ile bütünleşen durumlar ve o zamanlardan oluşan kişilik yapım nedeniyle yalnız geçen bir çocukluğum oldu. Davranışları analiz ederdim, yaşıtım ya da büyük insan fark etmezdi… “Ne demek istiyorlar? Ne yapmamı bekliyorlar?”. Şu an belki de benim dahi farkına varmadan yapmakta olduğum “Daha küçük, ne anlar?” saçmalığı. Oysa o küçücük dünyada akıp giden düşüncelere varmak, olağanüstü bir durum… Dur! Kendi “yüce” fikrini yürütmeden önce, bir sor bakalım “Ne düşünüyor?”…
Ablalarının yanında olmak, onların konuştuklarını dinlemek, nelerle uğraşıyorlar ve ben de onları yapabilir miyim hayalleri kurmak, bir an önce büyümeyi ve onlar gibi olmayı istemek, özetle “özenmek”… En küçük kızın hayalleri bunlar olabilir… Düşününce şöyle bir… Öyleydi, benim için.
Ablacığım evin en büyük kızı, ben en küçüğüydüm, buluşmamız olanaksızdı… Yaş farkı! Ki buluştuğumuzda o evli, çocuklu ve ben üniversiteye başlamış, nişanlı. Erken başladık hayata, acelemiz vardı, kendimize göre nedenlerle.
Fedakârdı, vefâkârdı, “hayır” demeyi bilmezdi. Erkekler anlaşınca, bizim de yakınlığımız daha bir yakın oldu. Çalıştı, iki çocuğunu kayınvalidesinin yardımıyla büyüttü. Yaşadıkları yalnızca ona ait oldu, ben gördüğüm kadarına tanık oldum. Bana pek anlatmazdı, delidolu derler ya, öyleydim. Törpülendim, örselendim… Hayat! Her şeyi yaşatıyor, gözüne soka soka… Sabretmeyi, kafana vura vura öğretiyor. Kişiliğinse yerli yerinde kalıyor, bileylenerek sürdürüyorsun, düşüncelerinde çözümlüyor, değerse uğraşıyor, kalanı akışa bırakıyorsun… Söylene söylene, bile bile lâdesleri yaşıyorsun… Kabullenmesen de yürüyüp gidiyorsun… Çevre, öğretilenler, yaşayacakların, getirisi, götürüsü, …, düşüncelerinin ağırlığı… Altında ezilsen de. Diyorum ki şimdi, o da böyle yürüdü, erkenden yeni doğuşa yol alana dek.
Birikmişleri çoktu… Arkadaşları da vardı, epeyce. Herkese üzülür, yardım etmeye çalışırdı. İş bitiriciydi, sorunu olan ona koşar, çözüm arar, ona buldururdu. O da ne yapar yapar, bir şekilde çözüm olurdu… Kendine bulamadığı çözümleri, ele bulurdu. Belki de onun rahatlama şekliydi.
Ne kadar yakın olduğumu söylesem de huy olarak dünyalar kadar uzak olduğum gerçeği, ortada.
Sen nasıl bilirdin beni ablacığım? Yanıtını asla bilemeyeceğim bir soru… Benim hakkımda bana söyleyemediklerini, bir başkasıyla paylaşıp paylaşmadığını da bilemeyeceğim.
Huy dedik ya, can çıkmadan bizi terketmeyen, benzeştiremediğim… Çok farklı olduğum… Şu dünyada nasıl yaşanılacağını anlamış olsam da artık ablacığım, ne değişiyor ve ne de gelişiyor bende. Son söyleneceği ilk başta söyleyip bitiriyorum, hâlâ… Meğer yüzüne söylenmemeliymiş, hele ki işini gördüreceksen. İşlerim hep uzar, sevilmeyen olarak ortalarda dolanırım. En yakın iki arkadaşımın tek tek gelerek birbirleri hakkında söyledikleri de içimde benim. Ben, ben olduğumdan ikisini de birbirlerine karşı savunup, aman onların arkadaşlıkları, arkadaşlığımız bozulmasın diye susmayı yeğledim. Ne mi oldu? O yüzlerine bakmayacakları sözleri söyleyenler, görüşüyor ve ben açığa alındım. Biraz da ben aldım sayılır, gitmedim üstüne… Çünkü geçmişte yaşadıklarımı bildiğimden, uğraşmamayı seçtim… Koyuverdim gideceği yere… Gitti!
Aranıyorsun, özlem duyuluyorsun ve hatta danışılıyorsun ablam… “Sen olsaydın ne derdin?”. Demiyor olsan da bir şey, aslında o sessizlikte çok şey söylüyorsun… Ben bildiğimi okusam da. Çıkmıyor, can çıkmadan…
Geç yaşta buluştuk, biliyormuşçasına “süreli” olacağını, sıklıkla birlikte olduk. Ben seni sevdim, özlemle anmaktayım. Böyle yazılmış senaryo, böyle paylaşılmış roller. Sıklıkla erkenden bırakıp gittiğini söylüyorum… Duyuyor musun? Hissettiğim bu!
İçtendi sana olan sevgim! Yapmacığı hiç bilmedim. Ne dediysem o, yaşadım.
Zor! Sensizliğin olduğu kadar… Hayat denen olgu da. Yılların geçip gidişi farkettirmiyor. Yaşatıyor, yazgıyı!
Yattığın yerde huzur bul. Allah’ın rahmeti üzerinde, yerin cennet olsun.