Tutkumsun !
Her dolunayda kurt adam örneği coşkuyla dolar mı kişi? Evet! O benim işte. Gökyüzüne ulaşıp, Ay kucaklama isteğiyle dolup taşıyorum. Sarılıp, “Ne muhteşemsin sen” diye kulağına fısıldayacağım… Belki de bağıra çağıra, onunla birlikte hoplaya zıplaya da kutlayabiliriz mutluluğumuzu. “Altmış yaşın ortalarında bu hareketler nedir?” diye sorgulayan olursa, ittiriveririz yamacımızdan, gitsin aşağılarda takılsın.
Bende bir “akşam ezanında evde olma” takıntısı vardır, bilen bilir… Aşma yolunda adımlıyorum, mini mini. Dün evin bahçesini, teras katlarını dolaşmaya çıktım. Mehtâbım dopdolu olmuş, gülümsüyor… Açık havada buluşmalıyız.
Önce bahçeyi dolandım, çocuklar, anne babalar, kameriyede yemeğe oturanlar… Sonra evcil hayvanlar için yeniden derlenmiş manej alanına yürüdüm. Temiz hava, bol eğlence yeri değil tabii ama onların da alanları büyütülmüş. Sonra kat teraslarına geldi sıra. İlk sıradakine gittim, benim karanlık çökmeye başlarken… Açık havuza hiç gitmedim bu yıl, hepimiz eve kapandığımızda kapalı havuz da kapatıldı da ben zaten gitmiyordum. Hep aklımda, hep plânlarımda, hep notlarımda… Ha bugün, ha yarın derken hep ötelemelerde. Burada kendimi kınıyor ve gerçekleşmesi için adım hızlandırıyorum 😛 (Ah! Benim adım bekleyişlerim).
Açık havuz, bize sınırlandırmaların kalkmasıyla açıldı. Hep gidip göreceğim (yine notlar, adımlar), düne kısmetmiş. Işıklandırmışlar, bakması pek bir güzel olmuş. Sonra aşağıya doğru yürüdüm, çocuk havuzuna. Orayı da güzelce düzenlemişler, git otur, kitabını oku, güneşlen, gece serinle başında. Buna da niyet ettim tabii. Hem de görüntüledim ki canım çeksin, gideyim.
Baktım bir hanım elinde poşet çantasıyla geldi, şezlonga konuşlandı, yiyor, içiyor, mehtâbı izliyor. Ne güzel! Ben de hevese geldim. Bugün oldu, iç geçirdim, inemedim (kendime kızma, volüm 2, tiz perdeye geçmemeli). Yapmalıyım! Derken iki arkadaş da yiyecek ve içeceklerini almış, onlar da gelip oturdular. Oh! Miss…
Ertelememeliyiz istediklerimizi, elden geldiğince gerçekleştirmeye çabalamalı ve yapmalıyız. Zaman dediğin ne ki? Koşturup duruyor, çalıp gidiyor yaşantımızdan. Kendime öğüt!!! Unutma!
Bu gece yine olanca görkemiyle mehtâbım gökyüzünde süzülmekte… Bakmaya doyulur mu? Dile getireyim istedim tutkumu, tutkunluğumu.
Kimsenin dört dörtlük bir yaşantısı olduğuna inanmıyorum. Ne gizler saklı, dışarı aksettirilmeyen. Hepimizin yaşanmışlıkları, yaşadıkları kendine özel. Dertsiz kul olmazmış. Önemli olan onların içinde kendine bir bölüm açıp, kendin için yapmak istediklerini bir nebze olsun gerçekleştirerek, değerlendirebilmek. Çoğu kez yaptığımız “daha sırası değil” tuzağına düşmemek. O sıra “hiç” gelmeyebiliyor. Öncelikler hep başkalarının olabiliyor. Hem de size öyle değilmiş görüntüsü vermelerinin yanı sıra, “siz istemiyormuşsunuz”a bile getirilebilir. Yılların verdiği alışkanlıkla, ayrımına bile varmadan bu uygulamayı sürdürüyor durumda bulabilirsiniz kendinizi.
Oysa!!! Zaman acımasız. Senin kendine ayırmadığını, alıp gidiyor ardına bakmadan. Bir bakıyorsunuz ki istediklerinizi yapmaya hazırlandığınızda; yaş almış başını gitmiş, “bu yaşta olur mu hiç”lere gelmişsiniz. Ruh anlamıyor, o durduğu yerde hâlâ… Beden de ötelerde, “uygun değilim” söylemlerinde.
İşte!!! Bırakın bir koşu gökyüzüne ulaşayım, mehtâbımı kucaklayayım, hoplayıp zıplayayım, bir avaza sevgimi haykırayım.
Ben gençliğimde de bu coşkuları yaşayamadım… “Ayıptı, günahtı, eller ne derdi, kendime yakıştırır mıydım?”… “Asi” dedikleri, tüm bu söylemlerin gölgesinde bir iki başkaldırıştı… Günlerce kendini kötü duyumsattırılan.
Alışkanlıklardan kolay vazgeçilemez belki ama vazgeçilmez de değildir. Unutma!!!
Haydi tutkum, “tutkumsun”, “tutkunum sana” diyeyim bir kez daha… Pencereden başımı uzatıp; içimden bir avaza, dışımdan gecenin kör karanlığında sessizce “iyi geceler” dileyeyim.
Sevgiyle kalın.