Olmaz mı düşler? Biter mi ümitler? Yaşamın olmazsa olmazları… Bir sonraki güne devinimin sağlayıcısı… Ne demiş bir şarkısında Cem Karaca “Ümit gönlümün ekmeği, umar ha, umar, umar”.Yaşlandıkça geveze olunurmuş… O öyle söylendiği gibi benimsenmeyecek, dinleyin hele bir… Altmışlı yaşlara hop diye gelinmiyor… Bir ömür geçiyor; acısıyla, tatlısıyla. Beş sözcük yazdım, bir önceki cümlemde… Neler neler sığdırılmış içine. Ömür dediğin, dört harften ibaret bir sözcük… Her kişiye ayrı hikâyeler barındıran. Çok anlamlı… Farklı anlatımlı… Sona varımlı! Yaşadıkça anlamıyoruz hayatı, anlamlandırıyoruz yaşanılanlarımızla. Öyle uğraşlarla geçiyor ki hızla hayat, durup düşünebilecek an geldiğinde, ancak varabiliyoruz ayırdına.Hani derler ya “Keşkem yok, yaptıklarımdan pişman değilim”… Avuntu! Geriye dönüp düzeltebiliyor musun? Olası değil. Öyleyse “keşkelerim olabilir” daha yumuşatılmış, bence! Hata değil ki keşkelerimiz… Yaşanmışlıklarımız, ders aldıklarımız… Alabildiysek, doğal olarak.
Bugün “Keşke babaannemi, anneannemi, dedemi daha bir can kucağıyla dinleseydim.” diyorum, içtenlikle. “Ne çok anlatacakları var, hep eskiler, hep eskiler… Benim yapacak bir dolu işim var.” düşünüşlerim geliyor aklıma. Arkadaşlarla gezip eğlenmek, gülüp oynamak varken, çok konuşan yaşlılar dinlenir mi? Dinlenir ve bir dolu ders alınırmış. Şu an babaannem gibi “Atasözleri”yle konuşan bir ben var! O “Atasözleri” ki yılların deneyimlerinin birikimi, örnek alınası.
Babaannem yirmialtı yaşında dul kalmış, dedeciğimi İstiklâl Savaşı’nda yitirmiş. İki çocuğuyla kalmış bir başına. Dedeciğimin annesi ise yedi çocuğunu yitirmiş İstiklâl Savaşı’nda ki bir tanesi daha onyedi yaşındaymış. Anlatırdı babaanneciğim… Dinlerdim ama can kucağı ile değilmiş demek… Bölük pörçük anılarımda. Oysa şimdi olsa alırdım kâğıdı, kalemi elime ve satır satır not alırdım. Alın size koca bir “keşke”.
Bir yirmiüç nisan günü yitirdim babaannemi… Çocuk sevincim, hüzüne karıştı. Yok! Çocuk değildim, iki çocuğum vardı benim onu yitirdiğimde ama içimin yirmiüç nisan sevinci şimdi bile sürmekte… Ata’mın armağanı Yirmiüç Nisan ve babaanneciğimin yeniden doğuşa yol alışı.
Anlatır mıydım ona düşlerimi? Anımsamıyorum. Anneminse onca çocuk içinde beni dinleyecek zamanı oldu mu? Sanmıyorum. Kitap okur, okurken yaşar, son sayfasını kapatır kapatmaz kitabı göğsüme bastırır, düşlerime geçerdim. Sonunu beğendiysem sürdürür, beğenmediysem kendi dünyamda istediğim gibi kurgulardım.
“Önce Hayâller Ölür” bu bir kitap adı, Harold Robbis’in. Kitabı elime aldığımda, bambaşka anlamlar yükledim… Her bir kitap okuyuşumdan önce yaptığım gibi önsöz, hakkındaki yorumlar ve benzeri gibi incelemek istemedim, hemen okumaya geçtim. İçeriği bambaşka çıktı. Oluyor!!! Tıpkı bizim düşlerimizin, bambaşka yönlere yol aldığı gibi.
Dört kızın en küçüğü ve yaş aralığımın ablalarıma yetişmediği bir ben vardı, yalnız büyüyen… Şimdiki gibi ayrı oda, çalışma masası, ortamı, oyun odası, oyuncaklar yok. Yoklukla sınanan bizler varız ve annemin diktiği bez bebeğim. Masa örtüsünün yere kadar uzanması, şansımdı. Masa ayaklarına bez bebeğim için kurdurduğum ipten salıncağımla, örtünün altında kendime kurduğum düş dünyamda nerelere dek varırdım bir bilseniz… O günlerde başlamışım ben kendime yetmeye, kalabalıklar içinde yalnızlığı yakalama ve duvara bakan bir pencereden denizi görme erişimine.
Sabredeceksin, umudunu hiç yitirmeyeceksin… Yaşam dediğin her günü ayrı bir savaşım. Yemek yediğinde bile, ağzına attığın lokma ile başlayan bir hareket var… Çiğneyeceksin, yutacaksın, mideye gelecek sıra ve sindirilecek ve de ardı sıra bir dolu işlem… Bir yudum lokma bile kendince işlevini sürdürmek, sonuçlandırmak için bir savaşımda. Senin de yaşamla ilgili yapman gerekenler var.
Düşler gerçeğe dönmeyebilir ancak yol almanda hep dik durmanı sağlayan, sana güç veren bir unsurdur. Korkma! Serbest bırak, uçuşsunlar diledikleri gibi… Sen ayağını yere sağlam bas, ellerin onları yakalamakta ustalaşacak ve sonuca vardıracaklardır seni.
Küçükken ve sonrasında uykumda korkulu bir düş gördüğümde, uykumdan tam uyanmaz ve gördüğüm düşü güzele çevirerek sürdürürdüm… Sonunda rahat ve mutlu kalkardım yatağımdan. Belki yarım asırdan da fazla yıllar var, bu dediklerimin üzerinden geçmiş. Şu an düşünüyorum da kalkıp “Korkunç bir düş gördüümm.” diye ağlasam ki belki de yapmışımdır, anımsamıyorum, belli ki kimse elimden tutup nazımı çekmemiş ve ben kendimce bir yol bulmuşum. Demek ki işte böyle böyle kendine yetmeyi öğreniyor insan ve güçleniyor.
Düş kurmak güzeldir, ayaklarınız yere sağlam bastığı ve gerçeklerden uzaklaşmadığınız sürece… Mutluluk verir! Umutlarınızı hiç yitirmemeniz gerek, asla… Yanı sıra sonuca ulaştırır.
Sevgiyle kalın. Hoşça kalın.