Nereye gidiyoruz?
Yazıyı yazdım, iki gündür paylaşmamı bekliyor. Ona dahi elim gitmedi. Oysa ne olursa olsun ve ne yaşanırsa yaşansın… Hayat devam ediyor.
En uzun geceleri yaşıyoruz…
Uykuyla dost olamadım, ters işler benim saatler. Gün başlangıcına az kaldı ve buradayım.
Yazmaya başlamak için ne mum, ne tütsü ve ne de müzik rutin girişimim olmadı. Hatta salonda, kucağıma aldım laptopu öyle dertleşeceğim… Mum kutusu elimde, Florence Nightingale gibi oradan oraya gezer, o var ama yine sıklıkla çalışan aromatik oda kokusu buharını üflemekte yanı başımda. Mum yakmayacakmışız, petrol ürünü. Koku da yine benzer türevmiş, falan. Umrumda değil… Can öyle de böyle de alınıyor, sebep bahane.
Cuma günü “huzurevi” ile ilgili içimi döktüğüm yazımdaki can, yeniden doğuşa yol aldı. Bunu da ben “yeniden doğuş” diye yazar oldum. Biraz önce Twitter’da bir yazıya denk geldim… İnsanlar ölümü korkulacak bir olgu olarak gördüklerinden, sonrası için üretilenler düşünceleri yumuşatmaya yönelikmiş. Gidince ne olduğunu, nereye gidildiğini, ne olacağını biliyor muyuz? Bir bırakın insanları, nasıl rahatlıyorlarsa rahatlasınlar.
Anlayacağınız cuma günü zaten toplam beş altı kişi defnettiğimiz için, mezar başına dek yanında bulunduk. Üzerine toprak atıldı ve karışacak artık toprak anasına. Şunu da anlayamıyorum “Yaşı zaten kaçtı? E! Normal yani.”. Nefes sayısı biten gidiyor ama bir daha geri gelmiyor. Zamanla yakından bildiğin tüm görüntüler, azalarak silinip gidiyor… Ses tonu, kokusu ve benzerleri gibi. Fotoğraflarına bakıp anımsayabilirsin ama yanında gibi olur mu? Anı oluyor, anı. Geldin, görevini yaptın, gittin. Yazarken basit ve duygusuz. Oysa bir hayat var, acısıyla tatlısıyla yaşanan. İşte bu aralıkta gizli ve ona ait. Kimse kimsenin neler yaşadığını asla bilemez. Ancak gördüklerin ve paylaştıkları kadar bilebilirsin, asla anlayamazsın. Ne fırtınalar eser içinde de yansıtmıyor olabilir.
Yitip giden can, nerelerden nerelere geldi. Bu söylem bile, yine bizim dışarıdan yakıştırdıklarımız, yapıştırdıklarımız. İçinde esen fırtınaları az da aksettirse, yapısı gereği şiddetli tayfunlardı içinde dönen, bence. Bir süre yazmayı bıraktım ve gözümün önünden geçenler, aklıma düşenler oradan oraya savruldu durdu. Allah rahmet eylesin. Huzur içinde olsun.
Dönerken gelen bir telefon, ikinci sarsıntı yarattı… Teyzem hastalanmış, yoğun bakıma alınmış. Rahmetli annemin kardeşler olarak yaşayan son bireyi… Bugün de entübe edilmiş :’( Hastaneye yattı haberini aldığımda “Fatoş’um doktora bile gitmiyorum, hastaneye falan yatırırlar diye. Dua et, evde alsın Allah canımı.” diye aklına taktığı ve hiç istemediği durumlarda olduğunu düşündüm. Dua ediyorum tez şifa ya da içinde olmasını istemediği durumdan kurtulması için bir an önce dileğinin olmasına… Öyle zor bir ikilem ve acı verici.
İki günde oniki şehit, gencecik fidanlar… Abi, kardeş, baba, sevgili ve evlât. Bizler dayanamıyorken, Allah’ım sabır ver yakınlarına. Fotoğraflarına bakmak istiyorum can evlâtların, içim almıyor, dayanamıyorum. Bir babanın “Ama siz yaralı demiştiniz komutanım” deyişi geliyor kulağıma, dayanamıyorum. Bizler böyleyken ailelerini, yakınlarının neler yaşadıklarını bilebilir miyiz? 🙁
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Kaç yaşındaydı, hasta mıydı, birden mi gitti??? Hepsi zor, hepsi zor. Vakitsiz olan şoke eder, hasta olan beklense dahi zor, zor, zor.
Şu “ateş düştüğü yeri yakar” deyişi beni yakaladı. Allah acısını unutturmasın. Ablaannem dediğim Birsen ablam, yattığı yer cennet olsun. Daha yeni yitirmişim, bir sabah göğsümün üstünde hani mangaldan alınan kor yapışmış gibi fırladım yataktan, bakıyor, silkeleyip atmaya çalışıyorum. Oysa ne kor var, ne yanık… O yangın, içinde. Birebir yaşadım… Ara ara da yoklar hâlen. O nedenle hep derim, küllenmiyor dostlar. Ufacık bir esintide, kor ortaya çıkıyor. Otuz yıl oldu, genç gitti ablaannem. Ben mi? Arada zorlanınca nedenini sorup, kızıyorum erken gidişine. Danışıyorum, başım sıkıştığında. Onun gibi düşünerek sonuca varmak, bir nebze soluklanıp kendimi frenlemek, biliyorum.
Yaş aldıkça, geçmiş daha çok yer ediyor düşüncelerde. Daha sık geriye dönüşler ve özlemler içinde buluyorsunuz kendinizi. Deneyimlerinizi paylaşmak, gördüğünüz hataları düzeltmek istiyorsunuz. “İnsanlar yaşayarak deneyimlemek istiyor” o ayrı. “Tarih bile tekerrürden ibarettir” deyişini bilmeyen yoktur ama o bir deyişten ibaret olarak kalmıştır… Yine ve yine aynı şeyler yapılır, hatalardan ders alınacağına.
Hepimize mahsus, kendimi ayrı bir kenara koyamayacağım. Bazı kez bile bile lades der gibi davranışlarımız olmuyor mu?
Yeni giysiler almak, alırken öncekileri de düşünerek kombin yapıp giymek, hatta takılarımı bile göz önünde bulundurarak hepsini birbirine uydurmak zevkim olmuştur… Sürmektedir. ANCAK…Rahmetli annem bir şey alacağı ya da ona bir hediye alındığı zaman “Neden alayım ki nereye gidip de giyeceğim?” ya da “Neden aldınız, nerede giyeceğim?” gibi serzenişlerde bulunurdu. Geçenlerde aynı düşüncelerde buldum kendimi ki ben evde de olsam, bakkala giderken ya da şimdi aşağıdaki Carrefoursa’ya da gidecek olsam ille de düzgün olmasını isterim kıyafetimin. Bu benim alışkanlığım.
Araya bir anı; daha okula bile gitmezken annem gezmeye gidecek ve kış günü. Ben de tafta elbisemi giyeceğim diye tutturmuşum. Annem tabii yün elbise giydirmiş ve yola çıkmışız. Evimiz yokuşun orta yerinde ve annem yokuşu bitiremeden eve geri dönüyor, ben tafta elbisemi giyiyorum kış günü, öyle gidiyoruz. Tafta kumaş, ipekle dokunan parlak ve sert bir kumaştır. Kış günü ipekli elbise, tam bana uyarmış beş yaşında bile… Öylesi!
Bir anı daha geldi aklıma, ilintili, es geçemeyeceğim. Rahmetli büyük dayım, o zamanlar en küçük ben olduğum için çok eğlenirdi benimle. Bu tafta takıntımı kırmaya çalışacak ya, Denizli’ye anneannemi ziyarete gitmişiz. Net hatırlıyorum… Sabah gözümü açtım, tafta elbisemi giyeceğim. Dayım yerini gösterdi, bir ağacın tepesinde. İndirin diyorum, oradan inemezmiş de başka elbise giyecekmişim. O elbise oradan inemedi ama şimdiki Koru Holding sahipleri Denizlilidir ve o zamanlar merkezde kumaş dükkânları var. Oraya gidildi, tafta kumaş alındı, teyzem dikti ve giydim. Olay bitti. Onların koşuşturmaları benim sorunum değildi, bu işi başlarına kendileri açmışlardı.
Bu inat değil, rica ederim… Tarz meselesi.
O günlere gitmek, birlikte olduğumuz günleri düşünmek bile şu an biraz moral oldu bana. Belki kaçıncı kez anlattım, yazdım da. Benden yana sıkıntı yok. Çocuklar olsa “Anneee, anlattın bunu kaç kere” dese de benden yana yine sorun yok. Artık yaşlılık deyip geçmek gibi bir lüksüm var.
Yaşlılık deyince, aklımızı çalıştıracağız ya… İBB’nin Enstitü İstanbul İSMEK uzaktan kurslarına katılmıştım ve “İçsel Liderlik” bitmişti, bugün de aklım biraz dağılsın diye toparlar mıyım, toparlayamaz mıyım demedim ve siteye girip “WorldPress1- Site Yapımı” sınavına girdim… 17/20 doğru yanıtla o da bitti. Şimdi sırada “Excel 2019 kullanımı” dersi var. Bizim zamanımızda excel vardı da biz mi öğrenmedik? Neyse böyle böyle aklı meşgul etmek gerek ki düşünmeye fırsat bulamasın. Benim de yöntemim bu; hobilerim, kitaplarım ve öğrenmek… Aklımı başka yerlere yönlendirmek. Yoksa alıp başını gittiği yerler… 🙁
Nasıl başladım, nerelere vardırdım?
Amaç olmasa da başında, sonunda doğru yere gelmiş oldu bir nebze de olsa.
Sevgiyle… Hoşça…