
DEPREM GERÇEĞİ
Canım Türkiye’m
06 Şubat 2023 tarihinde Sofalaca – Şehitkamil – Gaziantep (37.1757 K 37.085 D) merkez
üssünde yerel saat ile 04:17’de aletsel büyüklüğü Ml=7.4
06 Şubat 2023 tarihinde Ekinözü – Kahramanmaraş (38.0818 K – 37.1773 D) merkez
üssünde yerel saat ile 13:24’de aletsel büyüklüğü Ml=7.5 Mw=7.6
20 Şubat 2023 tarihinde Büyükçat – Samandağ – Hatay (36.1133 K 36.0820 D) merkez
üssünde yerel saat ile 20:04 ’de aletsel büyüklüğü Ml=6.4 (Mw=6.3) olan çok şiddetli
bir deprem meydana gelmiştir.
27 Şubat 2023 tarihinde, saat : 01.55’te başlamışım yazmaya ve bırakmışım…
Öyle bir ruh durumu ki bizler kilometrelerce uzakta ama oradayız, yanlarındayız, acıların içindeyiz… Onların yaşadıkları acı gerçeği, uzaklarda içimizde duyumsuyoruz. Asla aynı şey olmayabilir ama öyle yıktı geçti, bizleri de yerle yeksan etti âdeta…
1999 Gölcük Depremi’ni Selimpaşa’da yaşayan ben, ertesi günü haritayı açmış ve depremin oluştuğu yere pergelin sivri ucunu batırıp, etkisinin yayıldığı çemberi görmek istemiştim. Biz görece uzaktayken, ayağımın altındaki yer nasıl uğuldayarak yürümüş, yakındaki sitede bir ev çökmüş ve iki kişi vefat etmişti? Avcılar’da neden yıkılan evler ve vefatlar vardı? Merak ederek, bu işi araştırmaya başlamış ve çok değerli Prof. Dr. Uğur Kaynak hocama rast gelerek, mütevazı duruşuyla yıllardır aradığım sorularıma yanıtlar bulmuş oldum. Çok değerli bilgilendirmeleri ile Türkiye’nin ve Dünya’nın depremselliği ile ilgili ve hatta başka bir dolu bilgiler dışında, Avcılar’ın altında bir fay olduğunu ve tetiklendiğini de böylece öğrenmiş oldum.
Birkaç ay sonra Düzce Depremi’ni de yaşadık. Biz hafiften sallandık, etkilediği alanda ise çok yıkımlar, vefatlar oldu ne yazık ki…
Depremlerin görüntülerini televizyonda izledikçe, ev temizlemenin ne işe yaradığını düşünmüştüm… Öyle ya; dışarı çıkmış sallanan perdeler, balkonlarda asılı çamaşırların toz toprağa karışması gibi görüntüler bana temizliğin yapılmaması, eve özen gösterilmemesi gerektiğine götürmüştü beni. Denizin altında evler, boş ranzalar, nerede oldukları bilinmeyen insanlar… Düzce’de burgulanarak çökmüş, öğrencilerin içinde olduğu bir bina geliyor gözümün önüne ve kurtarılmayı bekleyen gençler… Yıkılmış bir binanın altında doğum yaptırılmaya çalışılan hâmile bir kadın…
Günümüze geliyorum, onbir ili etkileyen faciaya… İzlemek istemedim, görsel hâfızam yazmıyor, kazıyor aklıma. Ne mümkün izlememek, Twitter’da satır satır okudum, içine girdim ailelerin… Yakınlarını yitirenlerin çığlık dolu yazıları, acı dolu videoları aklımı allak bullak ediyor. Hepsine yazıp, acılarına ortak olduğumu söylemek istiyorum. Çoğuna da yazarak, belirttim zaten. Dualarımı ettim, ediyorum. Elimden gelen bu kadar… Çaresizliği iliklerine dek hissetmeyi çoğu insan yaşadı sanırım.
Zaten olmayan, bahanelere dayalı uykum, hepten gitti diyebilir miyiz? Gölcük Depremi’nden sonra oluş saati 03.02’yi bekleyen ben, saatleri uzattım 04.17’ye çektim desem de bir tanesi kalktı gündüz gözüyle oldu… Bu bahaneler de kalmadı ama benim uyku düzeni altüst olmayı abarttı. Zaten uykuyu sevmem, hayattan çalınan saatler gibi gelir ama o dinlenme de gerek. İşte, irdele dur!
Yazıya yeniden başlama nedenim, Köksal Engür’ün vefat haberini okumakla oldu… Allah rahmet eylesin. Yeri cennet olsun. Bu iki cümleyi bir pandemide, bir de oluşan depremlerden sonra öyle çok yazdımki. Twitter’da yakını ölenler yazıyor, ben de üzüntülerini paylaştığımı belirtiyorum en azından. Biraz olsun içimi rahatlatıyor ve bazı kez onlar da yanıt vererek yanında olduğumu bildiklerini belirtmiş oluyorlar. Bu devir böyle evrildi gayrı. Kalabalıklar içinde yalnızlık… İliğine dek duyumsanan.
Hayat devam ediyor… Çaresizlik, yapacak bir şey olmaması aslında. Zorunlu yaşamayı sürdürmek. İnsanların karşısındakilere ve kendine verdiğini sandığı bir morâl dürtüsü. Kuşkusuz her canlı ölümü tadacaktır… Bilincindeyiz ama “ölümün de hayırlısı” diye bir çakılış oluyor akıllara. Ah! Şu cep telefonları ile çekilen videolar, ses kayıtları… Günler sonra ortaya çıkıp, insanları yıkıp geçen… İşte bu deyişleri getiriyor, ister istemez.
Giden gelmiyor…
Yahya Kemal Beyatlı “Sessiz Gemi” demiş…
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler,
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Bu “sefer” nereye doğrudur? Nereye gidiyorlar? Gittikleri yer varsa oradan bizi görüyorlar mı? Enerjiyiz, enerji yok olmaz. Öyleyse, bu enerji evriliyor mu? Gençlikte koşturmacalar içinde akla gelmeyen, gelse de üstünde düşünülecek zaman bulunamayan, o zamanlar o kadar da önemsenmeyen bu tür sorular, yıllar geçip durulunca biir bir düşünebilirliğe dönüşebiliyor. Karmaşık yazınca, anlamsızlığa mı varılmak istenmektedir? Üstünü örtme durumları… 🙂
Bunca iç kararttıktan sonra biraz olsun kendimle eğleneyim, acılarımız içimizde çöreklenmiş ama hani hayat devam ediyorla avutuyoruz ya kendimizi…
Benim McBook sınıf atladı, yazıcı eskisini tanıyor ve ben buna yeniyi tanıtmaya çabalıyorum. Dün sürekli uğraştım… Epson’dan yazıcıyı silip, yeniden yükledim. Epson’un hafızasının bir bölümünü sildim, yeniden yükledim… Olduramıyorum. Amacım Epson’dan tarayınca, direkt McBook’a aktarabilmek, gördüremiyorum (eskiden öyleydi). Programları bozdum, internetten bir dolu program indirdim… Bir taraftan da tümüyle işlevsiz duruma getireceğimden korkuyorum. Tarayıcıyı en azından McBook’tan çalıştırabiliyorum, onu da bozacağım korkusu. Bir baktım bizim laptop bana “Cep telefonundan tarayarak bu işlemi gerçekleştirebilirsin, onu dene.” yazmaz mı? Kalakaldım. (Hemen cep telefonunun ipuçlarına baktım. Buldum! Cep telefonu tarayıcı görevini yapıyormuş). McBook kalkmış bana akıl öğretiyor, yıldı uğraşlarımdan, “beni serbest bırak, düş yakamdan” diyor, hâle bak.
Bir gün ara verdim, dinlensin. Yazıcının hafızasını tümüyle silip, yeniden yükleyeceğim ki tanısınlar birbirlerini, yok öyle cep telefonuna havale edip kurtulmaya çalışmak. Karşısında aslanlar gibi bir süper babaanne var. Uğraşacağımdır!!! 🙂
Bunun bir de gençlik versiyonu var. Yıllaar, yıllar önce büyük oğluma bilgisayar aldık, bana elletmiyor. O okula gidince ben başına çörekleniyor, kurcalıyorum. Neyse böyle internette gezinirken ne ettiysem, tam kapatıp çıkacağım, ekrandaki görüntüler kayboldu. Hemen telefonla destek istedim. Telefonun ucundaki delikanlı “alıp bilgisayarcıya götürmemi, oradan yardımcı olamayacağını” bildirdi. Asla kabul etmedim ve oğlum okuldan gelmeden bunun düzelmesi gerektiğini kesin bir dille belirttim. O da “eğer bir daha bilgisayara elimi sürmeyeceğime söz verirsem talimatla düzelteceğini” söyledi. İtiraf ediyorum “epeyce” uğraştı. O zamanlar bu “garipler” konuşmalarını yayınlarlardı “kimlerin eline kaldık” diye. Bir tanesi ben olabilirim. “Masa üstü” deyince masanın üstüne bakmak gibi. Tabii ben masa üstünü yok etmiştim ve onu geri getirdik ama ben masa üstünü öğrenmiş oldum. Bir daha da unutmadım. 😀
Bilgisayara elimi sürmedim diyemem, o ayrı! Yoksa bugünlere nasıl gelebilirdim? Her işimi “online” nasıl yapabilirdim? Alışveriş sitelerinin gözleri yaşlı, kargocular işsiz kalırdı.
Eveeet! Kendimle de eğlendim, biraz olsun aklımı günden uzaklaştırdım, gerçekler tepede asılı duruyor olsa da…
Sağlıcakla… Sevgiyle…