
Başa çıkma yöntemleri…
Eğer bu Dünya’ya gelmiş ve yaşamak durumundaysak, hep bir şeylerle başa çıkmak durumundayız da… Yadsınamaz bir gerçek! Öyleyse bu yöntemleri kendimiz, kendimize göre bulmalı ve uygulamalıyız. Öncelikle bunu içimize sindirerek, benimsemeliyiz.
Ben bir psikiyatrist ya da psikolog değilim… Çok gerektiğinde, danışılmasından yanayım ancak insanlar hep kendi başınadır. Her an yanımızda danışacağımız, akıl alacağımız birisini bulamayabiliriz. Yaşanılanlar bir deneyimdir, gördüğünüz karşılık ve davranışlar da… Tüm bunlara karşılık bir edinim oluşturursunuz. İşte bu edinimleri aklınıza not edinip, nasıl yolunuzu çizeceğinizi de siz bileceksiniz.
Yaşadıklarımdan yola çıkıyor ve deneyimlerimi paylaşıyorum, hepsi bu.
İnsanlar hangi yaşta olursa olsun, yanılamazlar mı? Kuşkusuz her ne denli dikkatli olmaya çabalasanız da hatalar yapılabilir. Bu durumda yine bir süreliğine sindirip, yine yolunuzu çizmek sizin elinizdedir.
Öz güven nedir? “İnsanın kendisine olan güven duygusu.”. Gerisi yalan.
Kimseye bir şey benimsetmek zorunda değilsiniz, siz kendinize güvenin ve kendinizi sevin yeter. Tabii ki bu güveninizi kendinize olan dürüst, eleştirisel ve net gerçekliğinizle (gerçek bakış açınızla) yapacaksınız, körlemesine bir öz güvenle değil. Bu da nerede olduğunuzun “bilincinde” olmanızla bağlantılıdır. Kendi eleştirinizi kendiniz yapacak ve sonucu netlikle göreceksiniz.
Yoksa ortalık öz güven duygusu tavanda, öz güven yoksunlarıyla dolup taşar ki ancak kendilerini kandırırlar.
Yazılarımda, anılarımda, konuşmalarımda, düşüncelerimde hep başı çeken bir unsur vardır… Evin dördüncü kız çocuğu olduğum. Küçükken bir durup düşündüğüm davranışlar ve söylemler, çook ve hatta çook yıllar sonra anlam kazandığından ve bir yerlere vardırıp, hâlâ etkilediğinden olabilir.
Burada bir es verip, müzik eşliği istedim. Spotify var… Her hafta benim için “Haftalık Keşif” derliyor. Bu aralar caz müziği dinlediğimden midir nedir, ilk şarkı “Louis Armstrong’dan Moon River” oldu. Şu an ikinci şarkıya geçti “Peter Cincotti’den Sway”. Slow takılıyormuşum…
Bir ses iyi geldi. Kendini çok iyi tanıyacaksın… O mod düşmesini anladığın an, seni neyin yükselteceğini içinde duyumsayacak ve harekete geçeceksin. Bu durum kendini iyice analiz etmekle oluşuyor ve sonrasında kendiliğinden geliyor. İşte demem o ki sen kendini iyi tanıyacaksın, kendinin ilâcı olacaksın… Başarabildiğince ki bu belki de ömür boyu gerekecek.
Her sorununu ona buna anlatıp, çözüm arayışında olmak nasıl bir davranıştır? Bunu hiç bilemedim, bana çok uzak.
Sorun oluştu… Geriye çekil, dışarıdan bak. Başkası sana bu sorunla gelse ne derdin? Mutlaka gelen kişinin kişilik ve karakter yapısını da göz önünde bulundurarak bir yanıt vereceksin. Sonra sen kendin için kendi görüşünü koy ortaya ve irdele. Hiç karmaşık değil ve böyle bir bakış açısı, seni hızla doğruyu bulmaya götürecektir… İleriye dönük, seri çözüm odağın olacaktır.
İç ses nedir? Bence “İç monolog, içgörü, duyu, önsezi” gibi şeyler. İç monolog çok önemli gelir bana. Egonuz çok güçlü değilse, iç monolog sizi doğru yola götürebilir. Sürekli hata yapma olasılığından dem vuruyorum… Yanılabilirsiniz de ama sonra iç sesiniz onu anımsayacak ve bir sonrasında uyaracaktır. Bu nedenle panik değil sâkinlik her daim öne çıkmalıdır. Hele ki önemli bir karar verilecekse.
Üzüntüyle başa çıkmada da farklı bir durum yok. Bazı kez çok yakın bir arkadaşınla paylaşabilirsin ama çok uzatmamak kaydıyla. Çünkü üzüntü senin, başa çıkması gereken de sensin. Bir başkası onu sırtlayacak, senin üzüntünü çekecek ve sen kurtulacaksın. Yok böyle bir şey!
Sorunlardan, sıkıntılardan, üzüntülerden “sıyrılma” yolu “sorumluluk” denen olguyu üstlenmemek, bir başkasına yüklemektir. Bizler hep haklıyızdır ve karşı taraf haksız. Böyle bir şey de yok! Hepimiz hatalarımızla varız, var olacağız. Bu nedenle, tek taraflı düşünmeye “son”. Önemli olan bu farkındalığı içimize yerleştirmek ve sorumluluk almayı bilmektir. Sonrasında gelişimlere göre davranışımızı belirlemeliyiz. Saplanıp kalma yanlışlığının önemini de vurgulayalım.
Üzerimizde taşıdığımız bir yük de “affetmek” kelimesinin ağırlığı, affetmenin yanlış anlaşılması. Hep biz haklıyız ya neden affedeceğiz? Sözümüzü söyler geçeriz, görüşmeyiz, suçlarız, imâlarda bulunuruz, aklımızca yerden yere vururuz, “Oh!” deriz, bunu sürdürürüz… Yaptıklarımıza uzaktan bir bakmayız, bakamayız, kitlenmişizdir. Oysa her dâvânın bir dâvâcısı, bir dâvâlısı vardır ve her ikisi de hak iddia eder. Bu insana çok zarar veren davranışın asla farkına varılamaz… Uzadıkça, zarar her iki taraf için de kendi aleyhine gelişir, yıpratır, yıpranılır. Bunu bilmemize karşın yapmıyor muyuz? Sürdürmüyor muyuz? İnsanlar en yakınlarına uzak olmuyor mu? Ne acı!
Hayat ummadığımız kadar kısa ancak anlayışsızlığımızla; bir an sonra ne olacağını bilmediğimiz anlar toplamını, hiç bitmeyecekmiş, sonu gelmeyecekmiş gibi sürdürülen anlar toplamına dönüştürdüğümüz.
Ah! Bir “anlamın anlamına” varabilsek. Ne zor geliyor değil mi?
Adım atmakla başlanacak bir olay, sorumlulukları göz ardı etmeye, değerbilmezliğe dek uzanarak, iç çatışmalarla sonsuzluğa uğurlanabiliyor.
Müzik devam… “Grady Tate’den The Windmills Of Your Mind” çalıyor şu an. Aferin Spotify, ne güzel derlemişsin benim için… Hep gençliğimin şarkıları. “Moskow Night” geldi sonrasında… Kulağıma hiç yabancı değil. Hafiften ruhumu okşuyor bu şarkılar.
Ben dördüncü kız çocuğu olduğum için aileme verdiğim üzüntü ya da moral bozukluğunu hiç bilemedim desem yeridir. Sekizbuçuk yaşında, ilkokul üçüncü sınıfa giderken gelen “erkek çocuk” yüzlerini güldürdüyse bunu da anlayamadım. Ben vardım, küçük Fatoş’tum ve vardım işte. Küçücük yaşta evlendirilip, bir dünya (beş) çocuğa sâhip olan annemin ne düşündüğü hakkında da bir bilgim yoktu. Yalnızca doğmamın istenmediğini söylendi sonralarda, bunun da neden olduğunu bilmiyordum. Ben bu Dünya’da vardım ve yaşıyordum. Yapmam gereken ödevler vardı. Acıkınca yiyecektim, gereksinimlerimi yerine getirecektim. Okula gidecektim, sınıfımda başarılı olacak, eve söz getirmeyecektim. Söz dinleyen bir çocuk olmam isteniyordu… Bu konuda zorluk vardı çünkü o zaman da bu zaman da aklıma uygun gelmeyen hiçbir sözü dinlemedim.
Eskilerde “Hâtıra Defteri” tutmak diye bir olgu vardı. Ben eksik olur muyum? Bir Hâtıra Defterim var ve saklamışım, iyi ki de saklamışım… Ara ara açıp okuyorum. Annem “büyüklerimin sözünü de dinlersem, hârika bir çocuk olacağımı” yazmış. 😀 Babamsa “çalışkanlığımı ve ileride başarılı olacağımı”. Anne ve baba “Ne büyük sözü dinledim, ne de başarılı olabildim.”. Başarı çok göreceli kavram… Ben görevlerimi yaptım ama başarı bunların içinde oldu mu? Dedim ya başarı göreceli kavram. Benim anlamımda başarılı olabileceklerim “ket” oldu… Vuruldu alnından.
Bir varmış, bir yokmuş. Camdan bir fânus varmış. O fânusun içinde bir insan otururmuş. Geleni geçeni oradan seyredermiş… Kırıp bir türlü dışarı çıkamamış. Bu masal da burada bitmiş.
“Paul Anka, You Are My Destiny” diyor… Nasıl bir denk gelme, bilemedim. 😉
Üniversite birinci sınıftaydım, antreden mutfağa geçiyorduk babamla. O arada konuşuyorduk da… Ne konuştuğumuzu hiç anımsayamıyor ve buna çok üzülüyorum. Babam bana bir şey danışmıştı demek ki sonrasında bana “Kızım sen çok ileri görüşlüsün. Bravo!” dedi. Ben tabii içimde kısaca seri bir analiz yapmış ve sonrasında pat diye kesin olarak görüşümü belirtmişimdir. Hiç örselemediğim bir huyumdur bu… “Doğrucu Davut”, “dobra” diye nitelendirilirdim. Aklıma eseni gerçekleştiren bir tip olduğum, aykırı olarak genelde eleştirildiğim için uzun yıllar “dobra” kötü bir şey diye düşünmüş ve aklıma gelip de TDK’ya bakmamıştım hiç. Aykırı tipler hoş gelmez ya belki onlar da kızdıkları için o hırsla söylüyorlardı, bilemiyorum. TDK’da “Dobra : İyi, güzel, anlaşılır, açık sözlü” olarak geçiyor. Beni övmüşler, bilerek ya da bilmeyerek. 😀
Kalabalık bir ailede büyüdüm. Sevilip sevilmediğimi bilmiyorum. Sevilmediğimi hiç duyumsamadım, üzerinde düşünüp önemsemedim de. Ben, bendim ve yaşadım gittim. Hayatımda disiplin hep var oldu. Babamın beni şapur, şupur öptüğünü biliyorum, o ayrı. Bir kez bile neden “bu kız” dediğini duymadım. Ancak mutaassıp bir aile düzeni ve babaannemin söz sahibi olduğu bir ortamdı. Eteklerimiz diz altında olacaktı. Ben eteğimin belini kıvırır, az biraz mini yapar mıydım? Evet! Kolsuz giyilmez, mutlaka üzerine bir jile alınırdı. Ben jileyi atar, kolsuz gezinir miydim? Evet! Ablalarım, benim daha özgür büyüdüğümü, onların daha çok baskı altında olduklarını söylerlerdi. Öyleyse öyledir ancak bu benim kendimi kısıtlamamı getirmezdi. Düşüncelerimi de kısıtladığımı ve sözlerimin içimde kaldığını da iddia edemem… Bir şekilde istediğimi başarır, sözümü esirgemezdim. İnsanlık içgüdüsü, ayakta kalmayı sağlıyor… Kaçıncı çocuk olduğunuzun önemi yok. Belki de ayaklarınızın üstünde sağlam durmanıza katkı koyuyor.
Lisede, okula giderken babamla birlikte yürürdük Üsküdar İskelesi’ne doğru. Yolumuzun büyük bölümü birlikte olur, sonra ayrılırdık. O arada bana sorular sorardı, içimden geldiği gibi yanıtlardım… Tutuk değil. Karşısında ezilip, büküldüğümü bilmem. Tek sorun üniversiteye başlarken çektiği nutuktu “Erkek arkadaş yok, dersin de olsa bırakıp akşam ezanından önce evde olacaksın.”. Erkek arkadaşlarım, kız arkadaşlarım oldu. Akşam ezanını geçirmeyi bir kez denedim, olmadı, olduramadım. Bu arada babamdan ödüm kopardı. Yine de bu durum, yapacaklarımı engellemedi. Babam Sirkeci Emniyet Amirliği 2. Şube’de sivil polisti. Yazın bile ceket giyerdi, koltuğunun altına astığı tabanca görünmesin diye. Tabancayı birlikte temizlerdik. Kurşunları boşaltıp, bir bezin içine saklardı. Ben tabancayı parlatırdım. Mermi yuvalarını bezle ileri geri yağlardık, temizlerdik. Sonrasında doldurma ve saklama işlemi vardı, beni yanından uzaklaştırdığı. Biraz sert, biraz ılımlı diyaloğumuz vardı işte. Öyküler bitmez… daha neler, neler.
Başa çıkma yöntemleri dedik, nerelere geldik…
İnsanın başa çıkma yöntemleri; gelişmeyle ilintili, kendini geliştirebilmesiyle. Sorumluluk alınacak, analiz yapılacak, affetme ve hoşgörü ile bağlantılanacak ve sonuca varılacak.
İçinize dönün, kendinizi iyice inceleyin ve tanıyın. Gerektiğinde acımasızca eleştirinizi de yapın. Belirlediğiniz siz, öz güveninizle bütünleşsin. Kendinizi sevin ve hata yapabileceğinizin bilincinde olun. Sorumluluk almayı, dâvâlarda dâvâcı olduğu gibi, dâvâlının da olduğunu ve her ikisinin de haklarını sonuna dek savunacaklarını unutmayın. Her sorunda birine sığınmak, başkasını suçlamak değil doğru olan. Sorumluluğunuzu bilin! Yolunuzu siz bulacaksınız… Kendiniz!!!
Sağlıcakla… Sevgiyle…
2 Comments
Kendine güvenen süper Bir Anne.
Kendi ayakları üzerinde duran,başarılı bir kadın,tebrikler
Görüşün, kendini yansıtır… Birlikte böyleyiz! Var olalım. Sevgiyle.