Neden?
Neden?
TDK’da bile “zarf, isim, felsefe” olarak üç ayrı anlatımla açıklanan bir sözcüğü ben mi bulacağım?
Aklımda dolandırır, düşüncelerimde geveler dururum ancak…
Yine bir şeyleri sorguladığım, iç sesimin durmadan sorduğu, yanıtları uçlarda ve varsayımlar, akıl yürütmeler, oradan buradan okuduklarımla bütünleştirmeye çalıştığım ama sonuçlanamayanlarla doluyum. Hepsi birbiriyle bağlantılı, “olmaması gerekti”lerle ve “ama olmalıydı, gerekti”lerle dolu, allak bullak bir koşuşturmadır gidiyor düşüncelerimde. İncir çekirdeğini doldurmaz mı yoksa incirin tümünü mü doldurur? Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış mıdır?
Son zamanlarda hastalıklar, yitimler yaşadık… Bu gibi durumlarda “üzüntün için kendine zaman ver, yaşa ve sonrasında dik olarak ayağa kalk” derim kendime. O ayağa kalkışlarda dik durmak istesen de önce ayrımsayamadığın ancak sonrasında duyumsadığın bükülüşler yaşıyorsun. Çaktırmadan geliyor eğilimler… Bir bakıyorsun ki kalıcı bir kambur oluşturmuş. Omuzlarını dikleştirsen bile biraz sonra o kambur durumundasın. Evet! Biliyorum, yaşla ilintili çöküşler ama o dıştan görünüm… Bir de içine bak sen! Notre Dam’ın kamburu oluşuyor, ufaktan ufaktan.
Bugün yine sevdiğimiz bir ağabeyimizin cenazesindeydik… Öyle iyi sözlerle dolu, övgülerle uğurlandı ki “insan gibi insan” deyimine uygun. Ne yediğin, içtiğinle değil, yaptıklarınla değerlendirilecek ve işte bu söylemlerle, çevrenin dualarıyla anılacaksın.
Hafta içinde Altın Kızlar Grubu arkadaşlarımla beraberdik. Ne günlerimiz geçti birlikte… Ne günlerimiz dediğim de yemekleri yap, ortalığı temizle, çocuklarla ilgilen ve arta kalan zamanda sahilde otur günleri. İşte tüm o işleri bitirip, deniz kıyısında soluklandığımızda dünyalar bizim olurdu. Kaç saatliğine diye düşünmez, ânın tadına varırdık biz. Bir kahve içimi, birkaç bardak çay ve birlikte olmak, dünyalara değerdi. Lodos olmuş, sahile dalgalar vurmuş, yağmur yağmış önemsemez, otururduk… Bir de bu hâlimize kahkahalarla güler eğlenirdik. Gencecik kadınlar olarak başladığımız yolculukta “kaç seneler geçti, kaç seneler geçti” tekerlemelerimizle, torun sahibi olarak bir aradayız artık. Çok şükür! Düşünce yapımız, davranışlarımız değişti mi? Yooo! Biz yine aynı biziz, aynı rutin içinde… İşimiz, gücümüzle ve artık yetebildiğimizle.
Şunu diyoruz sıklıkla “iyi ki o günleri yaşamışız”.
İnsanın elinde kalan o anılar, o an’da yaşadıkları oluyor.
Geçen günkü birlikteliğimiz için de geçerli bu ve sonrakiler için de… Ân’ı yaşayın, kusurlar aramayın, içinde bulunduğunuz koşulları kabullenin ve sorun etmeyin… Yetebildiğinizce!
Değiştiremediğin şeyleri kabullen!!!
Uğraş, çabala, umut et, buna diyecek yok ancak sürekli sızlanmaların ancak seni aşağıya çekecektir, aklında bulunsun.
Mutluluk öyle göreceli ki ancak senin yaratabileceğin bir durum. Sürekli kendini başkalarıyla kıyasladığın sürece, hep kendini haklı görerek yaptıklarını bir kez daha gözden geçirmediğin sürece, vardığın yerin tadını çıkaramadığın sürece, …, diye uzar gider. Olacaklar zaten olmuştur, durum değerlendirmeni yapıp, ileriye bakacaksın ve onu bir ders olarak alıp, yapabileceklerine odaklanacaksın.
“Affet!” derler… Kendi iyiliğin için. Karşındaki için de öyle. O da kendini haklı görüyor belki… O da senin için öyle düşünüyor. Bunlar hep iletişimsizlik sorunu, karşındakinin ne dediğini anlayamamak. Anlamak istemiyoruz sanki ve hep üstüne üstüne gidiyoruz. O zaman da çözümsüzlüklerle karşılaşıyoruz. Oysa hayat dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor ve biz sonra “neden” diyoruz kendimize. Neden bu safhalara geldi?
Özlü sözler, deyişler havalarda uçuşuyor… Bakıyorum, herkes paylaşıyor, kendi haklı ve karşısındakine yazıyor, o anlayacak. E! O da kendince sana benzer sözlerden bulup yazsın… Kadı mı gelecek de çözecek sorununuzu? Bir dur! Bir düşün! “Think again”! Please! Bu gerçekten iletişim sorunu… Birbirini anlayamamak!!!! Belki de dinlemeden, sonuca varmak. Hep ben haklıyım! Üstesinden gelebilmek ne denli zor. Hayat kısa ve gerçekten bunlarla geçiştirilemeyecek denli kısa üstelik. Bir varsın, bir yoksun… Bunu hep atlıyoruz. Ben de!
Zaman! Her şeyin ilâcı… Öyle ya da böyle bir şekilde önüne çıkıyor, çıkarıyor. Sabır! Erdem!
İnsanlar ölünce her şey bitiyor mu? Bu aralar aklımda dönüp duruyor. Bu burada kalsın!!!! Ya paralel evren? Başka bir yazımda bu konuyla ilgili okuduklarımdan paylaşacağım.
Bugün dönüşte bir yerde bir şeyler yedik… Balat’ta. Çay molasında bir adam geldi, mini masaj âleti satıyor. Bende olduğunu söyledim. “Kaça aldın?” muhabbetiyle giriş yaptı. Ben de onu Decathlon’dan aldığımı söylemiş bulundum. Elindekini Eminönü’nden almış, büyük olasılıkla Tahtakale’den ve aldığımdan daha ucuza satıyor. Haram aldıkları diyerek, savunma yapıyor. Yanağında, alnında bıçak yara izleri var. Allah diyor, peygamber diyor, doğruluk ve haram yememe öğütleri veriyor. Çocuklarından bahsetti biraz sonra… Kızı çiçeği kırk lirayken yüz liraya satmış da o altmışını geri verdirmiş, oğlu çeşitli bisikletlerle eve gelmiş ve arkadaşlarım gez diye veriyor demiş, arkadaşlarınla tanıştır deyince kimseyi gösterememiş, onu dövmüş. Bir de eski zamandan diye başladığı yine öğüt dolu bir hikaye falan…
Ben babamın polis olduğunu bize yeterince öğüt verdiğini söyleyince, bu kez “Ben tevbe ettim, altı yıl önce” dedi. O bıçak izleri boşa değil, içkici miydi yoksa madde mi kullanıyordu bilinmez. Şimdi, oğlunun ondört yaşında olduğunu söylüyorsun ve sen altı yıl önce tevbe etmişsin… Demek oğlun o zaman sekiz yaşındaydı ve beş çocuğun varmış ki onlar daha da küçüklermiş. Varsayalım kötü alışkanlıklarını bıraktın, peki o beş çocuk altı yıl öncesine dek neler yaşadı, ne yedi, ne içti, neyle geçindi? O anlatırken, benim bunlar aklımdan geçiyordu ve bırakıp yürüdüm. İki erkek vardı yanımda… Eşim ve oğlum. Onlar hâlâ konuşuyorlardı ve birazdan bana yetiştiler, oğlumun elinde masaj âleti vardı. On lira eksiğine vermiş. :))) Zaten bu yaşananlar, adam benimle konuşurken, eşimin ona çay ısmarlamasıyla gelişip uzadı. Oğlum da masaj âletini ona yardım olsun diye aldı. Bunları görmem, adamın Allah, Peygamber dayatmaları Allah affetsin bana inandırıcı gelmedi. Belki de gerçekten düzelmiştir.
Ahh! Benim kuşkucu yanım. Bir şey dürttü ve Google elimin altında, dur bakayım dedim, şu an. Bize yemin billâh kırk liraya aldım, altmış liraya satıyorum dediği âlet yirmiyedibuçuk liraya Tahtakale’de online satılıyor. İndirimde elli liraya almış oldular.
Eyy insanoğlu.
Ne duygularla yazıya başladım, bu yaşanmışlığı anlatınca duygu durumum nasıl sapmalara girdi.
Neden insanlar böyle olmayı tercih edebiliyorlar?
İstanbul’da doğdum, büyüdüm, doydum, yaşamımı sürdürüyorum. Bugün Kumkapı’daydık… Üç nokta az gelir anlatmaya, kargolar memleketi olmuş. Ukrayna yazıları, Suriye yaşayanları, daracık sokaklarda kaldırımlara taşan eşya satış tezgâhları, kaldırım olmadığı için sokakta yürüyenleri, kargo kamyonlarının bu sokaklarda park edip üstüne üstlük yol alabilmeleri, arabaların kimi kez çift yön geçme istekleri, yola çıkan bir adamın arabaları durdurup ters yönde geçiş sağlamaları, bu keşmekeşte büyük çekçeklerle yük taşıyanları ve daha ötesi, hepsi bir yerde. Dört beş çocuklu bir kadın bu sokakta yürüyor ve birinin mi ne elini tutmuş, ötekiler ardında sürükleniyor. Kızının biri kaldırımdan yere uçtu, düşmedi uçtu. Biz çığlık attık, bekliyoruz kız ağlasın, annesi gelip yarası beresi var mı diye baksın. Kız ayağa kalktı, üstünü sıvazladı, onlara yetişebilmek için koşturdu çünkü annesi onun gelip gelmediğine bile bakmıyordu.
O kız kalkıp onlara yetişmek zorunda, hayatta kalabilmesinin buna bağlı olduğunun bilincine altı ya da yedi yaşında varmış.
Ne diyorduk?
Değiştiremediğin şeyleri kabullen!!!
Uğraş, çabala, umut et, buna diyecek yok ancak sürekli sızlanmaların ancak seni aşağıya çekecektir, aklında bulunsun.
Ne duygularla yazıya başladım, bu yaşanmışlığı da anlatınca duygu durumum daha da sapmalara girdi.
Nasıl toparlanır neredeyse öyküye dönüşecek bu yazı?
Dağıldı… Toparlanmayacak… Biz yaşanmış örneklerden sonuca varacağız, özümseyip işimize yarayanları kendi yaşamımızda uygulamaya koyacağız. Aklımız varsa bunu çalıştırmasını da bilmek zorunda olduğumuzun bilincinde olacağız. Başka yolu yok.
Herkesin üstesinden gelmek zorunda olduğu sıkıntıları vardır. Pes etmek yok. Zorlukları aşmak için çabalarken, an’larımızı değerlendirmeyi de unutmayacağız.
O yol bulunacak! Tercihlerimiz bizi bir yerlere getirendir. Yol gösteren çok olsa da her zaman kendi elimizle kafamızı kaşıyacağımızı bilmeliyiz.
“Hayallerin sonsuz olsun ama ayağın hep yere bassın.” derim hep.
Hatalarınız da olabilir. Bunu asla dert etmeyin. Hatalar düzeltilmek içindir. Bu nedenle asla kendinizi yargılamayın.
Kendinizi çok sevin. Bunu dile getirmekten asla geri duymayın.
Kendimi hatalarımla birlikte kabul ediyorum ve kendimi çok seviyorum.
Hoşça kalın. Sevgiyle kalın.
2 Comments
Iyikide o güzel günleri yaşamışız,hala anıyoruz ve birbirimizi çok seviyoruz.
Çok güzel bir yazı olmuş.
Canım… Tümü olduğumuz gibi davranıp, birbirimize duyduğumuz saygı ve sevgiden oluşan birliktelik. Allah böylesini nasip etti, çok şükür.