Zaman dediğin belirsiz…
Daha evdeyiz… #EvdeKal süreci belirsizliğini sürdürüyor. Zaman dediğin belirsizliğe geliyorum, düşüyorum, girdabına kapılıyorum.
İlginç, acı, hiç beklemediğim çok durumlarla sınandım, sınanıyorum… Hep sürüyor… Biri bitiyor, bir öteki “geldim” diyor. Hayat böyleymiş meğer… Yarım asır ötesi artıları geçti yıllarım, şakaları bitmiyor.
Küçük evler furyasından söz ederim hep, hevesim onlardan birine sahip olmaktan yana da, zor. Eh! O olmazsa, ben de ufak tefek şeyleri arabanın bagajına koyar, yatılı olmasa da beğendiğimiz yerde çeker, durur, nevâlemizi dizer, yer, içerizden çıktım yola. Oturma koltukları hazır, bir de küçük sehpa tamam. Altı kişilik servis takımı, bardakları, şu hazır paketlerden eklendi. E! Sürekli bulunan kâğıt havlu, peçete, ıslak mendil de var zaten. Bir de soğuk, sıcak tutan sepetimiz var, sağa sola gittiğimizde aldıklarımızı içine koyduğumuz… O da tamam. Unuttum! Alışveriş ettiğimizde ağırlık taşımayalım elimizde, yaş icabı oramız buramız tutuluyor diye ve de arabada fazla yer tutmasın düşüncesiyle (araştır, araştır) bulup yeni aldığım küçülebilen bir de pazar arabası var, sağlamından. Hani gezeceğiz ya, evden yiyecek içeçek dolduracağım. Hepsi arabanın bagajında yerlerini aldı… Bir biz arabanın önünde yerlerimizi alamadık. #EvdeKal dediler… Kalakaldık.
Yalnızca 2 (yazıyla iki) günün birinde Kanlıca sahili ve bir de Boğaz’ı tepeden gören bir yere gittik… Ertesi gün bizi eve kapadılar. Gerekli ve tabii ki de kapanacağız ama gel de sinirlenme… Hiçbir şey yokmuş gibi elini kolunu sallayarak ve de üstelik maskesiz gezenleri gördükçe… Söylenesim geliyor, söyleniyorum da. Bizi evden zor çıkarırlar… Üzgünüm!
Geçtiğimiz aylarda, kendimle kaldığım günlerin birinde içimden geçti; evde oturmak iyi hoş da aslında sürekli sevdiğin yerlerde olmak da ne güzel olur. İstanbul’umun oturup seyredilesi ne güzellikleri var… Bir gün oraya, bir gün buraya gitmeli. Kalabalıktan uzak, sessiz izleyebileceğin güzellikler… Var! Hafta içi, yakalanabiliyor. Ne yardan geçerim, ne serden. Doğup, büyüdüğüm İstanbul’um… Eskiyle kıyas hiç olası değil ve ileride bugünlere de öyle bakılacak, biliyorum. Öyleyse…! Ânı değerlendireceksin! Derken, ben harekete geçtim, durduk!
Gündem dediğin sürekli değişiyor, insanların uyumu ise bir saniye. Twitter’da bir an açtıkları başlık, bir an sonra hoop değişiveriyor. Yetişmek olası değil âdeta. Bilir bilmez, herkesin her konuda söyleyecek sözü var. Bir dur, düşün, nereye gidiyor, doğru mu, yanlış mı? Yok! Yazacak ille de, görünecek orada, belki gündem olurum, belki çok beğeni aldım, izlenirim, takipçim artar, falan filân… Hiç aklım ermez o işlere… Şu yazdıklarımı da kendimle konuşmak için yazıyorum desem… Bir anlamda içimi dökmek… Kim okumuş, kim okumamış hiç sorun değil.
Bugüne dek yaptığım her şeyi, zorunluluklarım dışında doğal olarak, kendim istediğim için yaptım. Kimselere kendimi beğendirmek, sevdirmek için değil. Bencilce mi bilmiyorum? Kendi doğrultumda ilerledim. Kimseye kendini zorla sevdiremezsin. Kimse yaptıklarını takdir etmez… Bir süre sonra doğal gelir, beklentiler o yönde gelişir, artık yapmadığında asıl eleştirilirsin. Kimseden de bir beklentim olmadı desem yeridir. Kendime yetmeyi bilen, kendimle olmayı seven biriyim. Şu an müziğim açık, odamdayım, masamdayım, yazıyorum, kahvem yanı başımda… Daha ne ister insan? Çok şükür! Ne özlemdi bu benim için… Ben bilirim!!!
Ders çalışmak için gece 10.30 olmasını, herkesin yatmasını bekle, battaniyeni al, soğuk mutfağa git, küçük el radyonda TRT3 hafif müzik aç, bir koca bardak Türk Kahveni yap… “Şükür” de! Kaç yaşındasın? Boş ver! Geç onu… Dahası da var eşelersen.
Seviyorum yalnızlığımı… Kim kime ne yapmış, nerede ne olmuş, o ne giymiş, bu ne almış, …, ve benzeri şeyler hiç ilgilendirmedi. Yanıma yaklaşanı, hemen, yanıma hiç alamadım… Tarttım, ölçtüm, biçtim… Aldığımsa, can oldu… Onlar bile el oldu, zamanla. “Güven” mi? TDK’da bir sözcük benim için… Karlar, o sözcüğün üzerine yağar ha yağar…
Sevgiyle kalın… Hoşça kalın!