Gerçekler acıdır, acıtır.
Duygular mı değişken olan..? Yoksa yaşamın getirisi mi onları değişken kılan?
Kimsenin duygusal dalgalanmalardan hoşlandığını düşünülemez.
Hiç durulmaz mı bu sular? Ne akla bakıyoor, ne de yaşa… Gel gitlerde.
Öyle bir karmaşa ki aklımın içinde… Kopan fırtınayı dinginleştirmeye çabalayan ters rüzgarlar. Başarı??? İçinde sorular, içinde söyleşiler, içinde sonuçlar ya da sonuçsuzluklar.
Beklentiler yönlendirmekte insanların çoğunu… Aşabilen parmakla sayılabilecek denli az. Dur durak yok beklentilerde… Karşısındakilerin tepkisine verilen önem. Anlamsızlığını ya geç anlıyor insanlar ya da anlayamadan yaşamı bitiyor çoğu kişinin. En sıradan örnek “tüketim çılgınlığı”… Öyle gelmiş, öyle görmüş ya ille de “karşısındakilerin beklentilerini karşılayacak”… Kendi için değil.
Evlendiğimden bu yana beşinci evim. Ailenin çoğalmasına orantılı olarak, evlerin metrekaresi de giderek büyüdü doğal olarak. Eşyalar da artarak çoğaldı. Benim bir huyum vardır, evin tek karesi boş kalmayacak… İlle de en azından bir çiçek, bir aksesuar boy gösterecek o boşluklardan. Öyle öyle derken eşyalar aldı başını gitti. Hayır atmaya, vermeye de kıyamıyorum… Birikti de birikti.
Çocuklar evlenip gidince yine gelip kalmalar falan derken göze batmadı, kullanıldı ama üstüme üstüme gelmeye başladılar. Evin temizliği yük olmaya başladı, koridor uzun, mutfak ve banyo çok büyük geldi. Yoruldum işlevsiz eşyalardan.
Yine küçülmeye başlamam gerek diye düşündüm. Üç oda var, bir salon. Salonda oturuyor, bir odaya yatmaya gidiyoruz. Eee? Ama ev üç oda bir salon, iki tuvalet, ebeveyn banyosu ve saire. Temizlik ayrı sorun, ısınmak ayrı ve bir şey gerektiğinde oradan oraya gitmek ayrı. Sonuçta evlendiğimiz zamankinden de küçük metrekareli bir ev seçmeyi yeğledim… İstedim oldu. Çok şükür.
Bütçeme, isteğime göre olmak kaydıyla semt değiştirme zorunluluğu nedeniyle, adsız ama merkeze yakın bir yer bulup konuşlandım. Bu yeri önceden belirleyip, aklıma yazmıştım… Başkaca(!) bir düşünce barındırmıyordu.
Yazmayacağım… Verilen tepkiler, içten içe düşünceler, kırk tilkinin kuyruğunu yakalayamadığı iç geçirenleri hep bilerek giriştim bu işe. Yalnızca sustum, her zamanki gibi… Bildiğimi okuyarak.
Hani çok konuşup, karışır diye bellenmişim ya! Onlar karışmak değil… Aklımın hızlı çalışması nedeniyle birileri daha giderken, benim dönüş yolunda vardığım sonucu söylememden ileri geliyor… Bilin istedim. Sonrasında bana “bir şeyi de bilme” demeye hakkınız yok!
Yaşamım süresince kıvırtıp söylemeyi, kalıbına uydurmayı hiç bilemedim. İşte bu oldu, itici yanım olan kusurum… “Dümdüz olmak”. Yapamayacağım şey için asla söz vermedim. Hani o an için “olur” de, sonra sağa sola anlatıp dert yan ve yapma ya da gönülsüz, yana yakıla zorlanarak yap ya da kaç… Ne bileyim, öyle şeyler işte… Kitabımda hiç olmadı.
Aynı şekilde insanlarla da gülücüklerin dudak ucumda, sevgimin yüzeysel, paylaşımlarımın yapay olduğu ilişkiler içine girmedim. Gülüyorsam, seviyorsam, paylaşıyorsam arzın merkezine kadar ve içten oldu.
Yalan yanlış yakıştırmalarınız, alın sizin olsun. Ben çook rahatım… Bu nedenle de dilediğim gibi yazıyorum… Hep “benim” çünkü… Yalın, dümdüz, şeffaf. Geçerli mi? Yaşadığımız şu dünya için hayır. Ama ben başka türlü davranmayı hiç bilemem, değişmeyi ise hiç istemem. Kendimi seviyorum. Kalanı sizin sorununuz.
Kimileri dudaklarının ucundaki gülümsemeyi içten diye yutturduğunu sanır, hani o bir anlık bakış vardır ya… Kimi kez anlık donuk bakış, gözlerin kaçırıldığı ve kimi kez kararan yüzdeki sathi gülümsenin kondurulduğu bilmiş bakış yine gözlerin kaçırıldığı. Hele o iyiniyetli gibi ortaya atılan, arkasında anlamların yüklü olduğu cümleler… Sonra benim açıktan söylediklerimin iğneleme, lâf sokma olarak kınanmaları. Yoo! Onlar hak edilmiş ki söylenmiş.
O tüketim çılgınlığı, o her boş yeri doldurma huyum nedeniyle, küçük eve taşınırken iki ev döşeyecek eşyayı dağıttım. İnşallah gereksinimi olanlara gitmiştir. Eşyaları dağıtırken de bir söz verdim kendime “Ne gerekliyse onu alacağım, kendi keyfimi ön plânda tutacağım, karşımdakiler ne düşünürlerse düşünsünler”. Evinde sen zamanını geçiriyorsun, yatıyorsun, kalkıyorsun, uzanıyorsun… Sen! Oysa ki aldıkların “gelenlerin ne diyeceği” düşünülerek alınmakta… Neden? Onlar gelip geçici, sen kalıcısın, yaşıyorsun orada. Aman da onlar beğensin, çevreye gösterişli dursun diye ev mi döşenir? Beğenmemek onların sorunu olur ve bu konuda söz edenin de orada işi olmaz… Olmamalı.
Evimi hiç kimseyi karıştırmayarak, istediğim gibi döşedim. Boyutu nedeniyle örnek daire kullandım tabii ki de. Allah’ıma şükrediyorum… Evimde; Allah’ıma lâyık bir kul olarak; sağlıkla, ağız tadıyla, huzur ve mutlulukla, bolluk ve bereket içinde oturmayı nasip etmesini Allah’ımdan niyaz ediyorum.
Benim beş vakit ettiğim bir dua daha vardır “Allah’ım kalbimde nokta kadar bile kötülük varsa onu temizle, kimse hakkında kötü düşünmeyeyim” diye. Kalanı sizin sorununuz, aldığınız günahımdır. Bunu da bilin istedim.
Yarası olan gocunsun.
Haydi kalın sağlıcakla.