Gülelim… Eğlenelim…
Bugün de biraz kendimizle eğlenelim…
Pandemi dönemi, aşısı falan çıkmamış daha ama sokağa çıkma yasağı da gelmemiş. Ben Twitter’da sürekli hem Sağlık Bakanlığı’na hem de Fahrettin Koca’ya “Yaşlılara sokağa çıkma yasağı gelsin.”, “Kahveler kapatılsın.” diye tweet atıyorum. Aklımca kalabalığa girmeyelim diye, tüm alışveriş işlerini online yapıyorum, gelince kapı içinde çamaşır suları ile aklayıp paklıyorum falan. İyi de evde iki kişiyiz ve bir erkek, bir kadın. Kadınların titizliğine karşın, öteki cinsin “bir şey olmaz” rahatlığı.
Tabii ki de ilk yakalanan biz olduk covid illetine. Bilin bakalım eve kim getirdi, değilim diye tutturdu, her türlü önlemine karşın kendine bulaştığından şüphelenen ve o gün karşı cinsi de kolundan tutup hastane yolunu tutan kim oldu? Kuşkusuz dikkat eden hafif, inat eden ağır geçirdi? Hem de “Bende olamaz” diye diye… O durumda bile.
Neyse atlattıktan sonra iyileşme zorluk derecesi yüksek kişi o zamanlar dikkat etti de ilk maskeyi atan yine o oldu. Zaman unutturuyor işte… Yazarım da yazarım ama… Kestik!
Şimdi o dönem ekmeği falan evde yapmaya başladım. Eskiden çocuklara beş litre sütten taş gibi yoğurt yapardım, onu da yapmaya başladım. Tabii alışverişler online olunca siteler arası gezinmeler de başladı. Herkes tarifler veriyor, YouTube’a da bakıyorum… Poğaçalar, kekler, değişik yemekler.
Ben gezerken ekmek makinesini de gördüm. Önceden bir Alman malı ekmek makinem vardı, tercüme edemedi kimse, ben de ekmek yapıp geçiyordum. Alt merdanesi kırıldı niyeyse ve bitti bizim ekmek yapımı ama bu arada mis gibi kokusu yayılınca, bitsin diye başında beklerdim ve de kilo almıştım. 😀
Yeniden ekmek makinesi aklıma düştü… Aklıma düşen gerçekleşir, aldım ama ne yapıyor diye bakmadım, yine ekmek yaptım durdum.
Geçenlerde videolara bakarken, “ekmek makinesinde sütlâç tarifi”, “ekmek makinesinde kek yapımı”, yok hamur yoğurma, yok reçel yapma… Böyle paylaşımlar. Makinenin üstüne baktım “aaa benimkinde de numara ile belirtilmiş, pişiriyor”. Yani pek bir zaman geçmedi… 😀 😀 Değil mi? Birkaç yıldan bir şey olmaz. 😉
İlk iş çok sevdiğim sütlâcı denedim… Bir güzel oldu. Pişirirken uzunca süre ocakla haşır neşir olmak bitti… Tüm malzemeleri içine koy, numarayı seç başlat! Bitince sana “biiip” diye haber veriyor. Kulağın o bipi duyacak ama. 😀
Tabii keki de deneyeyim dedim, o da gâyet güzel oldu. Koy malzemeleri, programı seç, düğmeye bas… Bitsin ve biplesin. 😀
Şimdi reçel yapmaya geldi sıra. Yalnız program seçerken dikkat etmek gerekiyor, benim gibi “kek 11” diyerek makinenin başına gidip “sütlâç 6” yı seçmeyeceksiniz. Bu arada aşağıdaki kafeye gitmek durumunda kalıp, durdurup, o sizi bekleyecek ve gelince keki pişirmeye başlamayacaksınız… O kek bile bir güzel pişti. 🙂
Yoğurt makinesi de o dönemde alındı. Yok serçe parmağını sok, ılıklığı kontrol et, mayala, bir güzel sar olayı da bitti. Sütün mayasını koy, karıştır, saatini seç, yoğurt olunca ışığı sönsün. Peynir de yapıyor, denedim, pek beğenmedik ama yeniden yapacağım. Bu kez beğeneceğiz. Kesin bilgi! Ben dedim mi beğenilir NOKTA
Eee! Yaş alınınca insan kolaylık arıyor artık, o parmaklar bükülürken bile ağrı veriyorsa, parmak basmakla halledilebilmeli işler. Hak ettik! Biline!!!!!
Bu arada iyi ki almışım, üç misline fırladı fiyatları… Hangi ara diyelim biz.
Havalar çok sıcaktı ve evde sürekli klimayı çalıştırıyorduk zorunlu… O da insanı rahatsız ediyor, boğaz ağrısı yapıyor. En sıcak denilen gün, çare arıyorum, aklıma vantilâtör geldi de nasıl geldi? Haberlerde “vantilâtör satışları patladı” yazısını görünce. Dedim “Eee! Bizim var”. Yaz biterken aklıma gelmiş olsa da nasıl işe yaradı… Oooh! Püfür püfür… Bir rahatlıkmış ki. 😉
Şimdi, geriye dönük yazılarımda “Acaba yazmış mıydım?” sorusunun yanıtına pek önem vermediğim bence haktır.
Bir de önemli olup sakladıklarımla ilgili sorunum var, eskilerden beridir… O sakladıklarımı nereye koyduğumu bulmak hep sorun oldu ve olmakta. Bulmak için deliler gibi düşünüp, ortalarda dolandığım gerçektir. En olmayacak yerden çıkarlar, nasıl bir saklamaksa.
Yaz başında yazlık ayakkabılarımı çıkardım, geçenlerde bir tanesini ara ara bulamadım… Nereye koyduğum hâlâ meçhul. Hatta yanında bir de şık parmak arası ayakkabım vardı. Yeniden kışlık, yazlık taraması yapacağım, zorunlu.
Tüm bunlar benim için “hayatın rengi”… Kesin ve keskin kurallar içinde yaşamak, sıkıcı ve bağlayıcı. Zaten yeterince stres yüklüyüz… Bu tür olaylara hoş yanından bakarak, kendinle eğlenmek çok gerekli bence. Yarının ne olacak? Rehberdeki isimlerin birer birer eksildiği günler… 🙁
Geçenlerde büyük torunla yan yanayız arabada… Ben bilgi saçıyorum, o dudağının bir kenarında gülümseme ile dinliyor görünmekte. Bir anda “babaannem ve ben” modunda gördüm kendimi… Öyle dinliyor. Direkt sordum, huyum işte. Ağzında geveledi, kırmamak için, anladım. Ben ki babaannem dinlediğim müzikleri beğenmediği gün kendime bir söz vermiştim “ileride böyle olmayacağım” diye… Çocuklarda pes ettim, torunlara varamadan.
Dur, bizim zamanları methedeyim… Bir zerâfet vardı, giyim kuşam dâhil. Saygı vardı. Hem Türk Müziği, hem de yabancı pop ve klâsik müzikle büyüdük biz. Şimdi bizim dinlediğimiz müzikleri değiştirip kullanmıyorlar mı? O garip müzik dedikleri şey(!)lere değinmiyorum bile… Kulağa hiç hoş gelmiyor. Şuraya “bence”yi iliştireyim. 😉
Bak şuraya yazıyorum “Müsaitseniz annemler size gelecek” derdik ya biz, o günler uzak değil. Dışarıda en ucuz çay olmuş onbeş lira… Tost deseniz, içine gir peynir ara tostlar otuzbeş, kırk lira. Belki daha da arttı, artık yetişmek olası değil “güncelleme”lere.
Gerçi şunu demeden geçemeyeceğim, Kadıköy’de bir kahvecim vardı ve kuşkusuz hâlâ vardır, çifte kavrulmuş kahve satan… Her almaya gidişte, kenarında kahve içenlere bakıp içimden hesap yapardım “Benim aldığım kahveyle evde kaç tane yapıp içerim, şimdi buraya otursam bir kahveye o parayı ödeyeceğim” diye. Deniz kenarı ya da çok keyif alacağım bir yer olmadığı sürece çok ender içmişimdir dışarıda. Kalabalık ve sokak arası yerler, yanında bir arkadaşın olmadığı sürece ne keyif verir ki? Şimdi zaten sokak aralarında kırk lira… Deniz kenarı altmış lira. Yetişemedim mi yoksa? Dahası mı var? Güncellendik dostlar.
Pandemiden beridir toplu taşıma kullanmıyorduk. Geçenlerde minibüse bindik, ben sanıyorum bir kişi indi bindi onbeş lira… Öyle şartlanmışız ki artışlara. Şoföre “Eksik aldın”diyorum, o da “Yok abla, öyle olsa millet beni uçurur” diyor. Taksiye biniyoruz, geldiğimiz yer altmışbeş lira tutuyor, şoföre “Aaa! Niye az tuttu, yetmişbeş liradan açılmıyor muydu taksimetre”? diyoruz. Nasıl şartlanmışsak ve alıştırılmışsak artık! 🙁
Eğleneceğim dedim, yine dönüp dolaşıp kafamı dağıtmak istediğime yönlendim.
Nina Simone “Let it all out” diyor kulağıma.
Sağlıcakla, sevgiyle…