Heyecanla okuyun, gülmek “Yassah!”
Dün gece Twitter ya da yeni adıyla “X” artık ne diyorsanız siz, orada takılıyorum. Birisi “Geçenlerde yaşadığım …” diye bir anısını anlatmış. Yorumları okurken benim de geçmişte neredeyse benzer bir durum yaşadığım aklıma geldi… Benim için büyük, insanlık için bilmem artık ne olan anımı paylaşayım dedim. 😉
Eve ilk taşındığımız yıllar… Arabada bir şey unutmuşum, otoparka almaya indim. Araba kat 2’de park edilmiş, altında dört kat daha otopark var. Kocaman bir otopark, bilmem kaç araba park yeri var ve üç blok için üç ayrı kapı girişi var ama kolonlar da çok ve kalın olduğu için labirent gibi yerlerin arkasında kalıyor o kapılar. Sabit aydınlatmalar olduğu gibi aralarda gittiğiniz zaman yanan sensörlü lâmbalar da var.
Geceleri genelde gerilim filmleri izlerim. Cinayetleri çözmek için çok film izlemişliğim de vardır. Bu cinayetlerin çoğu da otoparklarda işlenir nedense. Şimdi ben bu nedenle tırsıyorum da ama cesaretime toz kondurmuyorum. Diyorum ki içimden “Onlarca tek oturan kadınlar var burada. Geceleri arabalarından inip, dairelerine çıkıyorlar, sen kaç yaşında insan bundan mı çekineceksin?”. Aşağıya inerken asansörde kendime gaz vere vere indim. Elimde de cep telefonu, kurtarıcım gibi sarılmışım, bir şey olursa “alo” diye imdat çağıracağım, güvencem.
Asansör üç tane ve bir antreye açılıyor, oradan tek kapıyla otoparka giriyorsun. Buraya kadar her şey yolunda. Otoparka girdim, sağıma soluma, önüme ve niyeyse yeni çıktığım arkamdaki kapıya da baktım… Ağır adımlarla ilerliyorum, kulağım tetikte. Bizim araba da park etmiş iki arabanın ötesinde duruyor, aydınlıkta.
Neyse ben gittim arabanın yanına, alacağımı aldım, kapısını kilitledim, dönüş yolundayım yani. İki arabanın yanından geçip kapıya varacağım ve antreye atacağım kendimi. Kapı da öyle kolla açılmıyor, eve giriş kartını okutuyorsun, ancak açılıyor.
Bir adım attım “Kurtarın beni” diye bir kadın sesi. Hani korkudan felç olur, kalakalırsın ya işte ben ondan oldum. Sağa sola bakıyorum, ayak sesi değil kıpırtı bile yok. Biraz sonra kadın gene çığlıklar atmaya başladı. Kalbim küt küt atıyor. Bir an aklım donukluktan çıktı ve “kendini kapıya at, aç gir, en azından kapı kolu yok, içeriye giremezler” falan diyor, onların da giriş kartı olabileceğini düşünemiyor tabii. Titreye titreye kapıya vardım, ara ki kartı bulasın. Kapının yanında bir telefon var resepsiyonla bağlantı kuran, arıyorsun güvenlik gelip açıyor kapıyı ve seni içeriye alıyor. Şaşkınım ve o bile aklıma gelmiyor, telefonla bakışıyoruz. Kadının sesi daha yakından ve çığlıklarla gelmeye başladı ve ben orada nasıl ruhumu teslim etmedim bilmiyorum.
Aşağı inmeden önce izlemek için bir film seçeyim diye cep telefonundan Netflix’e girmiştim. Bir film seçtim de ve şöyle bir fragmanına göz attım, kapadım. Ardından “dur geç olmadan, arabadan unuttuğum şeyi alayım da öyle izlerim” dedim. Ben arabadan yok hızla alacağım, yok arabayı kilitleyeceğim, yok elimdekileri düşürmeyeceğim diye çırpışırken, sen o güvencem cep telefonu açıl, izlediğim fragmana git, oradaki kadın çığlıklar atsın, bunların hepsi burnunun dibinde olsun ve senin o hassas(!) kulakların sesin nereden geldiğini anlayamasın.
Ömrümden ömür gitti.
Eve çıkamadım, resepsiyon katında indim, kızlara anlatıyorum, “ilâhi” gibi sözlerle güldüler yaa. Çok bozuldum. Su vardı o zamanlar girişte, oradan soğuk su alıp içtim. Epey bir koltuklarda oturup kendime gelmeyi bekledim, gelip giden insanları izleyip kafamı dağıtmaya çalıştım. Eve girebilme cesaretini kazanmayı, orada toplamaya çalıştım.
Şuraya yazarken bile o korku dolu anlarıma gittim. Berbat bir duyguydu.
Gerilim filmi izlemeyi bıraktım mı? Hayır! Yetmiyor, neredeyse her gece cinayet aydınlatıyoruz TLC TV’de, görevli polislerle.