Gelişigüzel…
Bir hafta kaldı…
Neye mi? 7 çift hanelerden 1 almaya. İnternetin zor çektiği bir ortamda olabilirim. MacBook’u götürüp yazmaya niyetliyim. Her nerede olursam olayım, uyku düzenim ya da düzensizliğim benimle olduğu için “ooo kara gecelerde” demeyelim de gecenin kendime olan sessizliğinde, kucağıma alıp yazayım diyorum. SabahINAN yüMSeklere çıkıp bulurum çeken bir yer ve gönderirim bloguma. Evet! Yıl 2024 ve ünlü bir GSM operatörü de olsa bunu yaşatabiliyor. Neyse!
Hani hep yazıya başlarken belli rutinim vardır ya, bu kez “es” geçtim. Yazılarıma dönüp bakınca da rutinlerimden çıkamadığımı görüyorum. İçimde kalıplaşmış dondurduklarım, zeytinyağ gibi suyun üstüne çıkıveriyor. O katılıkları suyun altında bırakıp çoktan terketmeliydim de olduramamışım, olduramıyorum demek. Onlarca kitap oku, içinde sayısız kez konuşmalarla sona vardır, mantık çerçevesinde düşünerek doğrulara var… Duygulara yenilebilme potansiyeli diye bir oluşum var ve başını oradan buradan çıkarabiliyor. Vur kafasına, geri gönder… Onu yapıyoruz elimizden geldiğince.
Öyle geniş bir perspektiften bakabiliyorsun ki kimi kez bu yoğunluğu yaşatabiliyor.
Ayağa kalktım, bir tütsü kokusu duymak istedim, yaktım. Tarçın&Sandal karışımı bir koku. Tablet dolmuş, fişini çıkarttım, saatin ve telefonun pili düşük seviyelerde, onları fişe taktım. Müzik olarak da Richard Clayderman’ın “Unchained Melody” albümünü açtım. Evel ezel rahatlatır beni ve rahat olma gereksinimim var. Tüm bunlar aklımı dağıtmak, yazacaklarımı bir nebze olsun “gamlı baykuş” konumundan çıkarabilmek için yaptığım hareketler, bilincindeyim… Yeniden doğuşa yol alanlar çok sıklıkta oluyor bu aralar. Yakın tanışmışlığım yok, buna karşın Metin Arolat’ın yitimi bile sarstı bugün. Sansasyonel olmadan, ne çok insanda iz bırakmış… Söyleşilerinden dinlediğim kadarıyla bildiğim mütevazılığı, yaşanmışlığı etkiledi bence insanları.
Dünya’da ve evrenin bilinmezliklerinde canlı denilenler, beden yitim sonrasında ne oluyor? Nerede o enerjiler? Dr. Michael Newton’un “Ruhların Yolculuğu, Ruhların Kaderi ve İkinci Yaşamın Sırları” kitaplarını aldım. Ruhların Yolculuğu ilk okuduğum kitaptı ve kenarında bir dolu notlarım oluştu. Ruhların Kaderi kitabını okuyorum ve aynı şekilde soru işaretli notlar alarak. Aslında yazar da tam sonuca varamadığını, hipnoz deneyimlerinden yararlanarak bir yerlere varmaya çalıştığını yineliyor aralıklarla. İkinci Yaşamın Sırrı bana ne verecek, bilemiyorum ve sonunda yine bilinmezlikler içinde olacağımı düşünmüyor değilim. Mantığım buna varıyor… Kimsenin bilemeyeceğini de düşünmeye. “Her biri memnun ki yerinden, dönüp gelen yok seferinden” değil, o hoş bir seda, dönemediklerinden olduğu gerçek. Kitaplar kafayı karıştırmıyor da değil… Bilinmezlikler!!!
Demek bu yönde evriliniyor, belli bir yaştan sonra. Boşuna denilmiyor “ânı yaşa” diye ve onu yapıyoruz zaten. Boş da geçemiyor, okuyoruz işte. Bir hafta kala ben bu düşüncelerle… Geçelim.
Kız çocuğum olmadığı için kız torunumla farklı duygular yaşadım. Erkek çocuk farklı oluyor… John Gray’in “Erkekler Marstan, Kadınlar Venüsten” diye bir kitabı vardır, bilir misiniz? Yıllar önce okumuştum ve adından da anlaşılacağı gibi keskin çizgilerle bu iki cins ayrılıyor. Dün küçük oğlumdaydık. Onlar da doğum günümü erkenden kutladılar. Etti mi iki kutlama 😀 Kız torunum bir hareketlerde ama anlamadım… Hediye verme telâşındaymış. Kulaklara fısıldamalar falan, dayanamadı fazla ve getirip verdi. Onun için özellikle bu kısmı çok önemli, gerçekten ve içtenlikle önemsiyor, tepki ölçüyor. Kargaya yavrusu kuzgun derler ama benim torunum çok güzel ve onu çok seviyorum. Erkek torunumu da tabii… O da kendine münhasır, her birimizin olduğu gibi. Saygı göstermeleri yeter, şu çivisi çıkmış zamanda. Artık ölçü kıstasımız bu oldu… Oldurttular! Sosyal Medyaymış… Çığrından çıkardılar. 🙁
Boş sayfaya bakıp, “Yazsam mı?” dediklerim… Üşüşmeyin aklıma. Öylesine duraklayıp, o anlara kaydıklarım… Gidin uzaklara.
Masa üstünde yarım kalmış bir yazıma rast geldim.
“Hayat kaça ayrılır? Durun! Yanlış dedim… İnsanlar kaça ayrılır? Çünkü hayat kimi insanların davranış yöntemiyle şekillenir.
Yılların birikimi, kendim dahil analiz ettiğimde çıkan sonuç; hayatının sürümünde etken maddelerin(!) yaşadıklarınla ilişkili olduğu ve hayatının nasıl geçtiğini, nasıl yaşadığını ele verir.
İnsanlar bir şeye ayrılmaz… Akıllarının çalışma tarzı, karakterleri, psikolojik durumları ve benzeri etkenler, kişiliklerini oluşturur. Böylece kimileri kullanır, her anlamda ve her şeyi, kimileri de kullanılır, her anlamda ve her şeyiyle. Buna da hayat denir. Gerçekten bu iki aralıkta geçer ömür.
Belki şu anda taşan damlaların etkisi ile grisiz yazıyorum ama tam anlamıyla griyi anlayıp da kullanacak kaç kişi var?”
Ekliyorum, yargısız infaz yapanlar da var. Hafta içinde bunu yaşadım, benden çok çok büyük bir kadın tarafından… Tatsızım! Nedeni davranış ve sözleri değil, ben kendimi tanıyorum. Onun o yaşa gelip, kendini eğitememiş olduğundan. İki büklüm, ayaklarını sürüyerek yürüyor ve hırs dolu. Hiçbir açıklama, savunma gereği duymadım ki bu benden beklenmezdi… Değmeyeceğine karar verdim. O yaşa kadar gelerek kendini geliştirememiş bir insan için nefes tüketmeye değmezdi. Bıraktım, yoluna devam etsin. Bu kendi sağlığım, varlığım için aldığım bir karar… Ne çırpınmışız eskilerde, sabit insanlar için kendimizi ifade etmeye. Kabul et kişiliğini(?) ve bırak!
“Yılların birikimi” öyle iki sözcükle geçiştiriliverilecek iki sözcükten oluşan bir anlatım değil. Kapsamı nasıl da devâsa bir bilseniz. İnsanı alıyor, evirip çeviriyor, yarım asır artılara götürüyor, film şeridi gibi akışlar geçiriyor ki onlar tüm yaşanmışlıkların. “My Classic Collection Richard Clayderman ve İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın albümü” diye geçiyormuş yıllar önce CD’sini aldığım albüm, Google’da buldum. Kafamı o kadar dağıtmak istiyordum ki kalkıp CD’yi aradım, müzik setinde onu çalayım… Şu an onu dinliyorum. Tütsüyü tazeledim… Araya bolca reklâm aldım, benim deyişime göre.
Bu yoğun karmaşık duygulanımlarımı da yayımlayacağım… Burada dursunlar. Yen içinde değil artık kırılan kollar. Gel gitler yalnızca denizlerde olmuyor, hayatın akışı içinde öyle çoklar ki kimi ayırdına dahi varmadan dışa vurup, başka kimliklere yöneltiyor sorumluluklarını, geçiştiriveriyor. Kimi görünmeyen çökük omuzlara yüklemiş, dimdik sürdürüyor hayatını. Selâm olsun onlara.
Döngüden kurtulalım diyorum… Üst üste gelen ve artık olağan akışı kabullenerek hayata devam etmeye dönüştüren bir duruma geçelim. Enstitü İstanbul İSMEK’in dört kursuna kaydoldum. Gereksinimi olanlara engel olmamak adına uzaktan eğitim ve kendimi geliştirecek bölümleri seçiyorum. Aralık ayına kadar bir süre var, dört kurs bitimi için. Geçen dönem için de altı kursa kaydolmuştum. Seçerken birkaç çekirdek cinsi ve arada aklı çalıştırmaya yönelik kurslar seçerek ilerliyorum. Hem oyalanıyor hem de öğrenerek zihnimi çalıştırıyorum gibi bir durum oluşturuyorum, aklımca. Bu arada öteki hobilerimle de uğraşıyorum, kitaplarımı okuyorum.
Çokça arkadaş edinmeye hiç yönelemedim, seçici oldum ki arkadaşlarımın da öyle olduğunu biliyorum… Az ve öz! Yıllar sonra dahi kimi kez tanıdığımızı sandığımız en yakınlarımız uzak olabiliyorlarsa, insanlar özüne dönüyorsa, bu seçimlere özenimizin ne denli haklı oluğu gerçeğine vardırıyor.
Gece yatmadan önce evi toparlarım ki sabah düzenli bir eve uyanayım, güne huzurla başlayayım. Bu kez yazımı dağınıklığıyla bırakıyorum, toparlayamıyorum. Aklımın uçuşanları, vardıkları yerler, küskün dönüşler, can kırıkları kolay toparlanamıyor ortaya saçılan eşyalar gibi… Çünkü durağan değiller. Böyle kabul edelim.
Kalın sevgiyle, sağlıcakla.