Bu ne hız? Ne kadar yavaş?
Hayatın çeşitli yaşananlarında, günün geçiş hızı… Yalnızca o da değil hele hasta ya da yaşlıysan, ya hem yaşlı hem hastaysan………….
Bitmez o noktaların anlattıkları, bir kulak ver, bir farkındalık oluştur, bir empati yap.
Bugün yine karmakarışıklığımlayım. Oluyor ve toparlanması sürebiliyor. Yaşıyor, atlatıyorsunuz… Bir sonrakine dek.
HAYAT!!!
Rahmetli annemin doğum günü… Sorunca “9 – 10 Temmuz” derdi. Ben de 9 Temmuz’da kutlardım, bu kez “Yarın ama bugün müydü?” diye düşünceye sevk ederdi. “Yarın annemin doğum günü” diyerek ben de iki kez kutluyorum. Bu Dünya’daki konukluğunu bitirip, yeniden doğuşa yol alan anneciğim. Olduğun yerde huzur içinde ol. Yerin cennet olsun. Senin küçüğün ve en küçük kardeşinle buluştun mu? Ya babamla? Ya kendi anne ve babanla? Ne bilinmezlik. Annemle babam tam 17 yıl arayla aynı gün vefat ettiler. Ne ilginç. Aynı gün anılıyorlar, dualarda olsalar ve çoğunlukla anılsalar da.
Teyzem annemin iki küçüğü ve onlardan tek kalan. “Deme” desek de yanlarına gitmeye istekli ve duacı. Uzun süredir görme yetisini yitirdi, kendine bakmada da yetersiz… Allah’tan iki kızı var da kimseye bırakmadan hayatını sürdürtüyorlar. Bilinçli insana ne ağır, yaşayan bilir ve o çok çok bilincinde.
Şu satırları yazarken aklımın sıçramaları, nerelere nerelere gidip gidip gelmeleri yok mu benim? (Olsun, bence gerekli)
Okula başlamamışım daha, Denizli’ye gitmişiz, teyzem nişanlı, evlenecek. Rahmetli eniştem havacı subay. Beni faytonla alıp gezdiriyorlar. Aslında gezdirdikleri kendileri de olsa ikisinin yalnız çıkmasına izin yok ve ben burada şanslı kişiyim.
Düğün günü gelip çatıyor, Fırka Bahçesi’nde bir kız arkadaşla (kesin akrabadan biri) dans ederken fotoğraf da çektiriyorum. Rahmetli dayım eğilmiş kulağıma bir şey söylüyor, kesin sâkin dur demiştir. O fotoğrafta benimle o yaz çok eğlenen dayıcığım da var, bana doğru eğilmiş. Şu an neredeyse tüm yaz anıları gözümün önünden sırayla geçip gitti… Kiminde durup gülümsedim o anılarıma. Ara ara değineyim de yeniden anımsayayım. Meğer o kızıp, tepindiğim günler bile gülümsetebiliyor bugün. İnatçı küçük Fatoş… Canım benim. İyi ki tuttururmuşsun ki o dediğim dediklerinle silinip gitmemiş ve varlığını bilinçlenerek, geliştirerek, “var olarak” sürdürebilmişsin ya da bu da benim avuntum. Yine de silinip gitmediğimin kesinlikle bilincindeyim, kimseden etkisiz, ben olarak.
Dalmayayım derinlere, bu karışıklığımda boğulmak istemem ki ben bir topuk darbesiyle yüzeye çıkacağımı bilsem de kimi kez yüzeyle dip arasındakileri yaşamak istemediğimden “es” geçerim.
Neyse teyzemin düğünü oldu ve eve geldik. Ben teyzemin neden evde olmadığını sordum. “Evlendi, artık evinde kalacak” dediler. Eniştem başka şehirde görevliymiş, oraya gideceklermiş, geçici o gece eniştemin annesinin evinde kalacaklarmış. Kim takar eniştemin annesini, evlendiğini, orada kalacağını? Tutturdum “Teyzem buraya gelecek”. Rahmetli dedeciğim “yarın şambali (sevdiğim bir tatlı) alacağım” diyor. Benim gözümde hiçbir şey yok. Dedeciğim evin dışına çıkıp cama vurup, oralarda dolaşan deli bir adamı taklit edip benim susmamı sağlıyor. Demek o etkilemiş beni (Kimbilir adam hakkında, nasıl öyle olduğuna dair ne hayaller üretmişimdir ben).
Sabah gün ağarınca, giyinip kuşanıp “Ben gidiyorum” dedim. Nereye? Teyzeme. Durduramadılar tabii. Vardım oraya, herkes şaşkın… Ben “Teyzemi görmek istiyorum” dedim. Uyuyorlarmış. “Hangi oda?” diye sordum. Diyorlar ki bana gel kahvaltı et. “Ettim. Bana bir sandalye verir misiniz?”. O sandalye üzerinde teyzemler uyanıp, kapıyı açıncaya dek, kapı karşısında bekleyen bir ben… Onların şaşkınlığı. Neler etmişim? Kimseyi dinlememişim. Dinlemezdim, saygı çerçevesinde, taşkınlık yapmadan, aklımdakini yerine getirirdim. Bilen bilirdi, bilmeli, bilmekte… Öyle! Cici kız olduğumu hiçbir yaşımda iddia etmedim. Erken okula başladığımı düşünürsek, daha okula bile başlamadan tüm bunları beceren bıcırığa bak sen hele.
Bu anı iyi geldi, biraz dağıldı aklım. Yazıya başladığımdan beri “rahmetli” diye anıyorsam yakınlarımı ve neredeyse çoğu andıklarımda oraya varıyorsam, kolay değil bu geçişler. Kuşkusuz “sıralı ölüm” de, sonuç olarak bir gidişten söz ediyoruz.
Selâ verildiğinde içimden geçen “Bu Dünya’daki konukluğunu tamamladı” oluyor.
(“You don’t have to say you love me” Dusty Springfield) çalıyor, dinliyorum. Buraya nereden geldim şimdi ben? Spotify bana “Haftalık Keşif” diye bir program hazırlıyor. Tabii ben yazıya başlamadan sandal tütsümü yaktım, çayım ve sigaram yanı başımda, mumum yanıyordu söndü, pencere açık diye önemsemedim koku anlamında ve Spotify açık çalıyor ama ne parçalar… Bu akıllı zekâyı bu anlamda beğeniyorum, analiz edip bu şarkıları bana hazırladığı için. Aferin ona 🙂
Mis gibi ekmek kokusu geliyor… Yazıya başlamadan makinaya malzemeleri koydum, sağ olsun Arçelik pişiriyor. Bir de kabarmış ki ona da aferin diyorum 🙂
Bakın arkadaşlar, araya böyle havadan sudan şeyler çok gerek… Gökyüzünde kara bulutlar toplanmaya başladığında, dağıtacak bir rüzgâr gibi de düşünülebilir. Yaş aldığında oluşan değişimler yalnızca fiziksel, bedensel olmuyor. Düşünceler, yaşamın öğretileri ve getirileri ile oluşan farkındalıklar, seni alıp kısa sürede sonuca vardırıyor… Hoş ya da değil.
Ortaokul ikinci sınıfta, sınıfa yeni bir coğrafya öğretmeni gelmişti. Bizleri tanımak amaçlı sorular soruyordu. Ben bayılırdım parmak kaldırıp, fikrimi söylemeye. Öyle ya, bilmiyorsam ayıp değil ya doğrusunu öğrenirim diye düşünürdüm. Neyse öğretmen sordu, ben parmak kaldırdım. Böyle sürerken bana “leb demeden leblebiyi anlıyorsun” diyerek adımı soyadımı sormuştu. İnanmakta güçlük çekebilirsiniz ama gerçek.. Rahmetli amcam orman mühendisiydi ve görevli olarak Erzincan’daydı, orada vefat etmişti. Öğretmenim soyadımı duyunca “Amcan var mıydı?” diye sordu ve amcacığımın en yakın arkadaşı olduğunu söyledi.
Tabii ben “leb demeden leblebiyi anlamak” durumunu da sormadan geçmemiş, öğrenmiştim 🙂 Tipik ben.
İşte bu sıçramalarla tüm canlarımı anarak ilerliyorum. Dün teyzemle telefonda konuşunca, söyledikleri ve sesinin “rengi” beni müthiş etkiledi… Üstüne rahmetli anneciğimin doğum günleri anılarına saplandım ve 48 yaşında konukluğu sona eren ablaannem, çok yıllar geçti ama o kor var ya üstü küllerle örtülü sandığınız ama hâlâ için için kıpkırmızı durup duran.
Sürdürüyoruz, yürüyüp gidiyoruz, konuk olduğumuz Dünya gezegeninde. Üç kitap aldım, sonrası diye araştıran bir psikiyatrisin anlatımlarını okudum, ilk ikisini kitabın. Bilinmezlikler durup durur yerli yerinde. Öyle de olacak. Hoş, öğrenince anlatılamayacak…
Al Martino diyor ki “speaks softly love (the shadow of your smile)” spotify’dan…
Ardından Karen Souza “Creep” (Latin Caz) demez mi ?
Yok o kadar da değil, ben “sürdürüyoruz” demiştim.
Yetişti Shirley Bassey “Life goes on” (something) diyerek.
Yoksa bu akıllı zekâ benim aklımı mı ele geçirdi? 😀
Sen yazaydın bâri demez miyim ben ona?
Bu ne hız? Ne kadar yavaş?
Bu aralıkta(!)…
Hayatın çeşitli yaşananlarında, günün geçiş hızı… Yalnızca o da değil hele hasta ya da yaşlıysan, ya hem yaşlı hem hastaysan………….
Bitmez o noktaların anlattıkları, bir kulak ver, bir farkındalık oluştur, bir empati yap.
HAYAT!!!
Sevgiyle, hoşça kalın.