Olacak, olacak dilerim…
Yazmak için boş sayfayı açtığımda, hatta daha da öncesi yazmaya niyetlendiğimde “bu kez güzel bir şeyler bulacağım” diyorum… Olacak, olacak dilerim.
Yaşlar ileri koşturduğunda, geriye dönüp bir bakayım bile diyemiyor insan… Önünde hâlâ koşuşturacak hâl kalmamış olsa bile düşüncelerinde koşuşturacak bir dolu şey oluyor. “Şey” her ne ise ama çok kapsamlı olduğu bir gerçek. O yaşanmışlıklar, üstüne bir de yaşanılanları gördükçe, elde değil. Öyle çok şey, öyle hızla oluşuyor ki gün içinde değil, üstünden zaman geçtiğinde dahi durulup bakamıyorsun… Bir sonraki aşamalar sırada. Biz mi sorumluluk almayı üzerimize giymişiz, alışılmışlıklar mı çıkarmamıza izin vermiyor? Bir bilinmez içiçelik sarmalı sanki.
Rahmet olsun; sokağımızda bir Huriye teyze vardı “Bana gülünecek, neşeli olaylarla gelin, yoksa hiç konuşmayın.”diyen. Hiç çocuğu olmamış, kocası hasta, gidişini bekliyor. Hep cumbasından baktığı açık bir penceresi var, kim geçerse lâf attığı… Sanırım dışarı çıkamadığından ve her şeyden haberdar olmak istediğinden, konuşlandığı. Ben yapım gereği pek sokulmazdım hatta anneme şikâyet etmişti bu durumu. Neden her şeyi öğrenmek istediğine akıl erdiremediğimden, tuhaf bulup kimse hakkında konuşmayı da sevmediğimdendi, işin aslı. Kesin o da bu düşünceye akıl erdiremiyordu. Aramız düzelemedi hiç.
Ablalarımdan gelmesini beklediğim bir elbise vardı, hevesle beklediğim. Onu giyecek ben de “genç kız” olacaktım. Bizde öyleydi, çoğu ailede de o zamanlar… Öyle! Dört kızın en küçüğü ben, ağzımın suyu akarak beklerdim “aman eskimesin, bir yerine bir şey olmasın”… Yeni bir şey alınsa o zevki veremez. 🙂
Gece mavisi düşük etek bölümü, üstü beyaz dar bir elbise… Beyaz üst bölümde de eteğin kumaş renginden koca bir çıpa, sarma olarak makinede işlenmiş. Aman Tanrım, büzgülü eteklerden düz eteğe geçeceğim, genç kız olacağım. Neyse bu elbise döne dolaşa, sağlam olarak benim sıraya geldi. Ütülettirdim ve giydim… Nereye gitsem de beni görseler? İzin yerim, bizim sokak boyunca. Çıktım yürüyorum, bu teyzeye rast geldim tabii… E! Camda insan gözlüyor, doğal. Yanına çağırdı, gitmedim. Hemen bir komşunun bahçesine saptım. Dut! Karadut!!! Bana göz kırpıyorlar dallardan… Sahibi komşu teyze buyur etti, bahçede iki kelime ettik ama benim gözüm dutlarda ve o da farkında olmuş ki olunmayacak gibi değildim sanırım “İstersen dut topla, ye” dedi. Ben start aldım ya doğru dut ağacının yanına gittim, genç kızlık havası da orada bitti demek. Parmaklarımdan, ellerimden ben sorumlu değilim. Kendime geldiğimde o canım beyaz elbise bir tuval olarak, doğal dut renginden oluşan bir eser olmuş bana bakıyordu. “Boyası çıkar mı?” Artık genç kız havasından çıkmış olan benim; üç ablamın onca zamandır giyip tertemiz bıraktığı elbisenin, bir saat olmadan geldiği durumdan kurtarma önceliğime dönüşmemdi.
Gerisin geri sokağa çıktım, kapının önünde aklımı zorluyorum “Eve gitmeden önce ne yapmalıyım?”. Hani “Bana gülünecek, neşeli olaylarla gelin, yoksa hiç konuşmayın.” diyen teyze durumumu gördü, kendine vazife edindi. Baktım annem karşıdan geliyor, kaçarım yok, olduğum yerde öylece kalakaldım. Ben anneme söylemek için yetişemeden, o yanına çağırdı annemi “bak neler etmiş üstüne başına, benimle de hiç konuşmaz zaten,… vıdı vıdı, vıdı vıdı…”. O uzaktan nasıl gördün, o yaşınla üstelik… Benim film orada koptu.
Pencerenin önünden geçerken kafamı da çevirip geçer oldum, o olaydan sonra. Bir gün baktım, evinin önünde çocuklar toplanmış… Kocası ölmüş ve ona ait kalan kâğıt, kalem, dosya gibi ne varsa dağıtıyormuş. Hayatta en sevdiklerim… Kalem, kâğıt… Yaklaşmadım bile. Çağırdı, vermek istedi, gitmedim. Yakın bir kız arkadaşıma toplayıp vermiş “Git bunları ona götür.” diye… Asla almadım. Çocukluk işte “içim gitti” ama yine de almadım. Hiç de unutmadım!
Hâlâ düşünürüm niye kurcalardı insanların yaşantılarını… Benden ona ne söylememi bekliyordu insanlarla ilgili ki ben insanların yaşantılarıyla ilgilenmem “herkesin yaşantısı kendine aittir, kimseyi ilgilendirmez” ilkemdir, o yaşta da öyleymişim demek. Anneme elbiseyi lekelediğimi yetiştirmekle ne kazancı oldu? Nasıl bir haz duydu? Aklım hâlen çözümleyemiyor… Oysa bana “Kızım üstün lekelenmiş, yeni de giymiştin, gel çıkabiliyor mu bir bakalım?” diye yaklaşsa belki de onun hakkındaki düşüncelerimde bir nebze olsun olumluluk oluşabilirdi. Daha ilkokul son ya da ortaokul birinci sınıfta falandım. Kendi yaşı olgunluğu aşmış, sona yaklaşmış bir yaş.
Gene kaydım gittim… Yazacaklarıma başlayabilmek için bir girizgâh yapmak istemiştim oysa. Hoş bu yaşananlar günümüzde de farklı boyut ve şekillerle karşımızda. Antacaklarım da bu minvalde bir şeyler olacak, sonuca varacaktı. Bugün de sonuca buradan varmış oldum. Değişen ne var? Huylar, bencillikler, düşüncesizlikler ortalara saçılmış… Başına gelip, örnek alabilecekler kaç kişi? Başkalarının mutsuzluğundan, kendilerine mutluluk payı çıkaranları da gördü bu gözler… Empati yeteneksizliğiyle dolaş olmuş insanları da. Hep bir eleştiri!!! Ya sen olsan onun yerinde?
Bir kez daha düşünmek hep iyidir, güzeldir. Empati yapmak da. Kimseye kendini sömürme ve kullandırtma değil bu. Sen geri durup düşünür fikrini söylersin, gerisi şahsa kalır, seçim onundur. Ancak yüz yüze konuşacaksın, onunla ilgili fikrini bir başkasına değil ona söyleyeceksin. Sonrasında seni sevmiş, önemsemiş ya da değil… O da onun seçeneği… Duruma bakar, sen de kararını verirsin. Yakınlaşır ya da uzaklaşırsın.
Sevgiyle kalın.