Yaş!!!
“Yaş”a hiç takılmadım değil… Küçükken birden büyümek isterdim… Ablalarımın yaşına yetişmek. O zaman onların arasına girebilecek, konuştuklarına ortak olabilecek, hatta fikrimi söyleyebilecektim. Düşünmediğim, onların da yaşlarının büyüdüğüydü. Küçük kardeşler büyüklerine hayranlık duyarlar, kıskanmazlar, onlar gibi olabilmeyi hayâl ederler, onları gözlerinde çook büyütürler, yüceleştirirler. Zamanla kendi varlıklarının ayrımına vardıklarında, kişilikleri oturmaya başladığında ancak karar verme aşamasına gelirler… “Acaba onlar hep doğruyu mu yapıyorlar?”, “Ben biraz ayrıştırma yapmalıyım.”… İşte ondan sonra gerçek dünyaya geçiş başlar. Ben bunları hep yaşadım. Yapım gereği, sorgusuz hiçbir söyleneni kabul etmediğim için sonrasında edindiğim arkadaşlarımı da kapsamak üzere, türlü yakıştırmalara mâruz kaldım. Yedisinde neyse yetmişe dört, beş kala hâlâ “ben aynı ben”… Yine itici, aykırı ama onlara göre… Kendime ise “doğrucu ben”, “dokuz köyden kovulan”. Rahatım! Oh!!!
Yazmaya başladığımda aklımda ne olursa olsun, içime dönük yaşadıklarıma varıyor elim. Yaş ilerledikçe daha kapsamlı görüyor oluyorsunuz. O an yaşanılan bir olay, geçmişe dönük tüm yaşanılanları film şeridi gibi geçiriyor gözünüzün önünden ve hızlı bir analiz derken an’la birleştirip sonuca vardırıyor sizi. Herkesi bilemem, bende durum bu. Vardığınız sonuç size doğru, “Doğru tek mi?”… Günümüzde “çıkar ne ise doğru o olmuş” gibi… Herkesin çıkarı kendine, empatisiz.
Uykuyla aram hiç hoş değildir, barışamadık kendileriyle. Uykunun yaşamımdan çaldığını düşünmüşümdür hep. Ayakta tutacak kadar uyku yeterli bence… Ne o öyle saatlerce uyumak? İşte dün de uğraşılarımdan biriyleyken ben, galip gelen tavşan uykusundan silkelendiğimde “geç olmuş yatayım” dedim. Yaş ilerledikçe zaten kendiliğinden azalan uyku, yatağa geçince benden korkup kaçtı. Kalktım mini salonun, kocaman ve yerlere kadar uzanan camının önüne geçtim. Onlarca eve kuşbakışı bakıyorum… Her birinde bir dolu pencere, çoğu karanlık. O saatte ayakta olacak halleri yok, sabah iş güç tabii. Benim de kendime göre işim gücüm olsa da öyle farklı ki artık o koşuşturmalardan.
İnsanın yaşadıklarıyla ilintili, verilen önem sırası… Yaşadıklarıyla ilintili olan da yaşına göre değişiyor. O gün için bana önemli gelene büyüklerim “O daha bir şey mi?” dediklerinde nasıl tepki verip sinir oluyorsam, bu durum hiç bitmiyor… dedim ya ablalarım için “Düşünmediğim, onların da yaşlarının büyüdüğüydü.” diye, işte o hesap… Döngü! Hep var ve hep var olacak.
Yaşlar belirliyor gündem konusunu… “Şu dersten kaç aldın?”, “Karnene zayıf gelecek mi?”, “Hangi okulu kazandın?” derken “İşe girdin mi?”, “Evleniyor musun?”, “Kiminle, ne iş yapıyor?”, “Anlaşabiliyor musunuz?”, “Çocuğunuz oldu mu?”, “Kaç tane, kız mı erkek mi?”, “Onlar okuyorlar mı, nerede, nereyi kazandılar?”, “Onlar iş buldu mu, nerede, evlendi mi, anlaşabiliyorlar mı, çocukları var mı, kız mı erkek mi, onlar okuyorlar mı, nereyi kazandılar, iş bulabildiler mi, …, …, ?????” sonsuz bir döngü… Taa ki……………. “İş bitti yapı paydos usta!”
Küçükken nasıl birden büyümek istediysem, o orada kaldı. Kendiliğinden ilerledi yıllar, ilerlemedi koşturdu. Okumak için çabalarken baktım o da bitmiş, evliliğin içindeyim, çocuklarım olmuş, onları büyütme telâşındayım. O yıllar koşuşturmamış, jet hızıyla geçmiş, kayınvalide adı altında gezinmekteyim… Derken bir bakıyorum bana “babaanne” diye seslenen çocuklar var. Bu arada torun sevgisi olağanüstü bir duygu seli… İnsan yaşadığı zorlukları nasıl da unutuyor ki o “unutmak” olmasa yitimlere de katlanamaz insan ve yaşamını bitirir. İyi ki var!
Ona o olmuş, buna bu olmuş… Hiiiç işim olmadı, olmaz da. Kendi yoğunluğumla bir bütün yaşadım.
Yaşanmışlıkların verdiği çizgilerim… Sizlerle barışığım, hiçbir kaygım yok ne yaşımla ve ne de kırışıklıklarımla. İlerleyen zamanın istek getirisi “huzur”. Bu arada isteklerin arasına ve hatta ilk sırasına “kimseye muhtaç olmadan yaşamak” giriyor, “kendine yetebilmek”.
Kalın sağlıcakla.