Umut…
Sabah Twitter’a bir göz attım… İlk karşıma çıkan bir doktorun;
“Arkadaşlar zamanın tadını çıkarın. Belki bir daha bu fırsatı bulamazsınız. Hayatın, sevginin, yaşamın, ailenin, dostlarınızın ve her şeyin değerini bilin. Belki yarın, hiçbirine ulaşamazsınız ya da bunlara ulaşacak bir yarın bulamazsınız.”
tweeti oldu.
Kendisi doğal olarak sahada olduğu için #Covid illetine yakalanıp, şükür atlatabilenlerden ancak yaşadıkları kendine ait… Ayrıca hastalar nedeniyle gördükleri de.
Burulmamak elde değil… Ne olacağını hiç bilemeyiz ve yaşadığımız sürece de öyle!
Twitter’da biraz dolandım sonra açılan başlıklara baktım… Saçmalıklar da gündem oluyor, acılar da… #Melisa başlığı dikkatimi çekti, nedir diye açtım;
“İzmir’in Ödemiş ilçesinde, Buse Melisa K. (15), emekli astsubay babasının beylik tabancasını başına ateşleyerek, intihar etti. Buse Melisa K.‘nin intihardan önce babası Özay K. ile tartıştığı öğrenildi. Baba Özay K.’nin, olaydan sonra emniyete götürülerek, ifadesinin alındığı öğrenildi.Polisin soruşturması sürüyor.”
BTS neyin nesidir bilmem bu yaşımda, bir müzik grubuymuş ve Melisa çok sever, takip eder hatta Twitter’da onlara içini dökermiş… Okudum birkaçını. Ailesiyle sorun yaşıyor, onları anlatıyor. Hangimiz yaşamadık, yaşamıyoruz şu an bile…
Beklentiler… Karşılanamayanlar…
Hep bu doğrultuda gelişiyor olaylar…
Empati denilen olgu sıfır…
Hepimizde… Çoğumuzda…
Yaşamak, geçim derdi, sürü beklentileri, çevre ne der?
Bir görüntü geçti gözümün önünden…
O yaşlardayım… 14 yaşında. Babaannem pazardan elma alıp getirmiş… Birkaçını yıkamış, salona getirmişim… Radyoda kesin Beatles ya da Rolling Stones ya da benzeri bir söyleyen ve ses sonuna kadar açık… Hem elmamı dişliyorum, hem bir avaza şarkı söylüyorum, hem de dans ediyorum. Babaannem içeri geldi, bağırıyor ve radyoyu kısmamı söylüyor, elmaları alıyor, akşama babama söylemekle tehdit ediyor. Babam “Evin reisi annemdir.” demiş ve polis, ikinci şube çalışanı. O yıllarda Sirkeci Emniyeti’nde ikinci şube denilince bir duracaksın.
Herkes haklı…
Babam dört kız çocuk sahibi. İşyerinde gördükleri nedeniyle bizleri kat kat fazla koruma gereği duyuyor olmalı.
Babaannem bir memur maaşıyla evi geçindirmek için pazara geç vakit giderek, fiyatların düşmesini bekleyip alışveriş ediyor, hamala vermeyip kendi taşıyor ki o parayla bir kilo daha fazla meyve sebze alsın.
Ben; o yaşta, kısıtlamalar içinde eğlenmek isteyen bir gencim.
Babam harçlık 2.5 lira verirdi. Ne istersen yap ama başka para yok. Okula tramvayla giderdim. Yol parası da harçlığın içinde, öğle yemeği de, gereksinimlerin de. Yemeğe yazılamazdım, pahalıydı, ayrıca ona verilecek para yoktu. Okulun yanındaki bakkaldan ekmek arası kaşar peyniri yapmak lükstü… Arada bir keyif için belki. Evden ekmeğin arasına ne konulup verildiyse onu yerdim (ki aynısını kendi çocuklarıma da yaptım. O zaman burun kıvırdığım ekmek arası yiyeceğimi hazırlamanın da ne külfet olduğunu öğrendim. Her gün besleyici bir şey koyabilmek için kafa patlatmak, onları özenle sarıp sarmalamak, yanlarına su ve meyve koymak)… Kolay değilmiş.
Ben bu harçlıkla idare etmeye çalışırken okulun gidiş yoluna bir pastane açıldı. Vitrinde dikdörtgen bir pasta… Pasta da bir fare şeklinde, kuyruğu bile var. Gidiyor, geliyorum o pasta hep orada. Demek benim gibi çok seveni var, yeniden habire onu yapıp yapıp koyuyorlar. Hesap kitap yaptım, alamıyorum. Harçlığımı aldığım ilk gün gözümü karartıp pastaneye girdim, siparişimi verdim, afiyetle yalana yalana yedim. Bana neye mi mâloldu? Okula giderken yokuş yukarı tırmanılıyordu, tramvaya bindim ama dönüş yolumu yürüyerek yaptım, Üsküdar – Fıstıkağacı… Az yol değil, bilen bilir.
Şimdi bir şeyleri atmadan çokça düşünmemizi, eski şeyleri dahi anısı var diye atmaya kıyamadığımızı bu yaşadıklarımıza borçluyuz sanırım. “Senin de her şeyin kıymetli” demeden önce çok kez yutkunun e mi?
Sonraları bizler “aman çocuklarımız bu durumları yaşamasın” düşüncesiyle yine fedakârlıklar yaptık yapabildiğimizce, elimizden geldiğince… Bilmem yeterli, anlaşılır olduk mu?
Hayat hiç de âdil ve kolay değil… Yaşadık, yaşıyoruz.
Anne ve büyükanne olunca her tür müziği dinleyeceğime, çocuklarım ve torunlarıma anlayışla yaklaşacağıma kendime söz verdiğim; 14 yaşımda anlattığım, yaşadığım gündü.
BTS grubunu bilmiyorum. Speltura’nın ilk çığlıklarını duyduğumda evin kapılarını kilitleyip, sokağı kimler bastı, aman eve girmesinler diye korkmuştum. Şu rap olayından pek haz edemedim. Demek kuşak farkı oluyor ve hoşlanmayabiliyorsunuz ama anlamaya çalışıyorsunuz. Başarı? Çocukların, torunların anlayışına bağlı ve beklenti içine girilmemeli, üzüntü olabilir.
En doğru yapılacak, doktor çocuğumuzun dediği;
“Arkadaşlar zamanın tadını çıkarın. Belki bir daha bu fırsatı bulamazsınız. Hayatın, sevginin, yaşamın, ailenin, dostlarınızın ve her şeyin değerini bilin. Belki yarın, hiçbirine ulaşamazsınız ya da bunlara ulaşacak bir yarın bulamazsınız.”
E! Bu yaşta bizlerin yapması gereken budur… Yalnız bu yaşta değil, hayatın gerçeği de budur… Yaşadıkça öğrenilen.
Sağlıcakla kalın… Sevgiyle kalın…